Baran Tursun vakfı başkanı Mehmet Tursun Birleşmiş Milletler temsilcileriyle görüştü -Christof Hynes, Birleşmiş Milletler (BM) Temsilcisi: Bizler Birleşmiş Milletler 'Yargısız İnfaz' özel temsilcileriyiz. ‘Yargısız İnfaz' konularında bilgi almak için Baran Tursun İnsani Yardım vakfından görüşme talebinde bulunduk, bizimle görüşmeyi kabul ettiğiniz için size teşekkür ederiz. -Mehmet Tursun, Baran Tursun İnsani Yardım Vakfı Başkanı: Yargısız İnfaz denince, muhakeme ve yargılama yapılmaksızın, ayrıca suçlu ve suçsuz olduğuna da bakılmaksızın, Devlet görevlileri tarafından, ‘Devlet adına’ adam öldürmek olarak anlıyorum. Birleşmiş Milletler gibi devasa bir organizasyonun temsilcileri olarak, Baran Tursun İnsani Yardım Vakfının görüşlerine yer verdiğiniz için, ben size teşekkür ederim. Ülkeme hoş geldiniz. -Christof Hynes:Bunu belirtmekten yarar görmekteyiz, Birleşmiş Milletler olarak bireysel konulara giren mevzuatlarla ilgili rapor düzenlemiyoruz. Devletler hakkında rapor düzenleriz, düzenlediğimiz raporları BM ilgili kurullarına gönderiyoruz. Dolayısıyla sizinle yaptığımız bu görüşme notları, Türkiye Devleti hakkında düzenleyeceğimiz raporun ikmali içindir. Siz açıklamalarda bulunurken, anlaşılmayan bir konu olursa araya girer size soru soracağız, buyurun. -Mehmet Tursun:Baran Tursun İnsani Yardım Vakfı olarak, yaşama hakkı ihlalleri, işkence ve kütü muamele konularında ülkemizde yaşanan bu trajediyi rapor haline getirdik, ülkemizin hiçbir kurumu veya kuruluşu size sunduğum bu rapora itirazı söz konusu olamaz. -Christof Hynes:Vakfınızın tanzim ettiği bu rapor hangi yılları kapsamaktadır -Mehmet Tursun:2007 yılından bu yana rapor tutuyoruz, çünkü Türkiye’nin geçmişi bu neviden ihlallerle doludur, dolayısıyla tüm yılları kapsam alanımıza alsaydık, vakıf olarak içinden çıkılmaz hale gelirdik. Polis vazife ve salahiyetleri kanunu 2007 yılında değişti, bu değişiklikle polisin fail olduğu ölüm olaylarında büyük artış oldu. Oğlumuz Baran Tursun’da bu artışın ilk sıralarında yer almaktadır. 2007 yılını esas almamızın nedeni biraz da buna bağlıdır. -Christof Hynes:Baran Tursun insani yardım vakfının düzenlediği bu raporlarla kimleri bilgilendirdiniz, kimlere gönderdiniz? -Mehmet Tursun:Baran Tursun İnsani yardım Vakfı rapor düzenlerken, arşivde tutmak için düzenlemez. Amacımız kapsamında Vakıf olarak düzenlediğimiz tüm raporlar, ilgili kurum ve kuruluşlara gönderiyoruz. Örneğin:Kanun maddesindeki eksikliklere dikkat çekmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm üyelerine gönderiyoruz. Uygulayıcı kurum olmasından ötürü İçişleri Bakanlığına ve Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderiyoruz. Yaşama hakkı ihlallerin takibi için TBMM İnsan hakları izleme komisyonuna gönderiyoruz. Ayrıca, duyarlılık göstermeleri ve kamuoyu oluşturmaları için; Sendika, Oda, Birlik, baro, dernek gibi örgütlü sivil toplum örgütlerine gönderiyoruz, bilgilendiriyoruz. -Christof Hynes:Yargısız infaz, işkence, orantısız güç, kötü muamele ve yaşama hakkı ihlalleri hakkında bilgi verebilir misiniz -Mehmet Tursun:Yaşama hakkı ve hak arama demokrasilerde hiç bir biçimde sınırlandırılması düşünülemeyecek bir hak olmasına rağmen, en ufak hak arama eylemine dahi tahammül edemeyen polis, karakollarda ve sokaklarda orantısız güç kullanmaya, şiddet uygulamaya devam etmektedir. 2007 yılında yürürlüğe giren Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu-PVSK'dan sonra polisin; işkence yapma, adam öldürme ve hatta kameraların önünde pervasızca şiddet uygulama gücü her gün artarak devam etmektedir. Polislerin, olağanlaşan şiddete tereddüt göstermeden başvurmaları sonucu yaşama hakkı ihlallerinde önemli artış meydana gelmiştir. -Christof Hynes:Polis şiddeti artarak devam etmektedir, diyorsunuz. Elinizde ki verileri açıklar mısınız. -Mehmet Tursun:Elbete açıklarım, ben buraya gelmeden size sunmak özere 34 sayfalık bir rapor hazırladım, buyurun raporumu size sunuyorum. Geniş açıklamalar raporumda vardır ama yinede özetle açıklayayım. Birkaç yıl içinde, 24’ü karakollarda olmak üzere, 124 kişinin ölümünden polis sorumlu tutulmuştur, dolayısıyla polis yaşama hakkını sürekli ihlal etmiştir. Polisin bu ihlalleri “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürülmesinden tutun, gözaltında ki ölümlere kadar çok geniş bir yelpazede kendini göstermektedir. -Christof Hynes: Polis vazife ve salahiyetleri Kanunu Polise nasıl yetki vermiş, polis bu yetkilerini nasıl kullanıyor? -Mehmet Tursun:Polis, makul bir sebebe dayanarak yapmak istediği bir durdurma işlemi sırasında, kişilerin durmak istememesi halinde, öncelikle kanunları uygulaması yerine silahını çıkartıp düz ve doğrusal bir açıyla kafaya ateş etmeyi tercih etmektedir. Oysa bedeni güç, kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını kademeli olarak devreye sokacak, bunlarla da netice elde edememişse, kanuni şartlar dahilinde silah kullanabilmelidir. -Christof Hynes:Sorun polisin algısında mı, yoksa Polis Vazife ve salahiyetleri kanunundan mı kaynaklanıyor? -Mehmet Tursun:Polislerin fiziksel şiddet ve orantısız güç kullanmasında ve çekinmeden silah kullanıp adam öldürme olaylarına karışması, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine aykırı düzenlemiş olan Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunundan kaynakladığını söyleyebiliriz. Nitekim öldürme olaylarına adı karışan ve sanık sıfatıyla yargılanan polisler: “Biz görevimizi yaptık” şeklinde savunma yapmaktadırlar, polis adam öldürmeyi görevleri arasında saymaktadırlar. -Christof Hynes:Polis adam öldürmeyi nasıl görevi sayıyor? -Mehmet Tursun:Polis adam öldürmeyi görevi saymasa, yargılama süreçlerinde: “Biz görevimizi yaptık” diyebilirler mi? Örneğin: İzmir’de polis tarafından öldürülen Baran Tursun, Tokat Turhal’da öldürülen Mustafa Uslu, Antalya’da öldürülen Çağdaş Gemik, Şanlıurfa’da öldürülen İbrahim Halil Çoban, Sivas’ta öldürülen Turan Özdemir, İstanbul’da öldürülen Aytekin Arnavutoğlu, Feyzullah Ete ve Ankara’da öldürülen Soner Cankal olaylarına karışan polislerin tümü:”Ben görevimi yaptım” şeklinde özetlenebilecek savunmalar yapmışlardır. Bu savunmalar neticesinde, failin polis olduğu bu davalarda polisler genellikle beraat etmişlerdir veya sembolik cezalarla dosyalar kapanmıştır. -Christof Hynes:Az önce polisin sorumlu olduğu 124 ölüm olayından bahsettiniz, bu ölüm olayları siyasi mi, etnik veya dini faktörler rol oynuyor mu bu olaylarda? -Mehmet Tursun:Baran Tursun İnsani Yardım Vakfının amacı kapsamına giren ve failin polis olduğu ölüm olaylarını tetkik ettiğimizde; siyasi, etnik veya dini faktörleri bulamıyoruz. Yaşama hakları ihlal edilenlerin % 95’i politik, siyasi yönü olmayan, polisten kaçmayı bile bilmeyen 20 yaş ve altında olan gencecik çocuklardan oluşmaktadır. Bunlardan birkaç örnek vermek istiyorum: İzmir’de 20 yaşında ki Baran Tursun iş yemeğinden dönerken, Şanlıurfa’da 17 yaşında ki İbrahim Halil Çoban internet kafe’den dönerken, Antalya’da 18 yaşında ki Çağdaş Gemik bisikletiyle gezerken, Diyarbakır’da 8 yaşında ki Enes Ata okuldan dönerken polis kurşunuyla hayatlarını kaybeden çocuklarımızdan bir kaçıdır. -Christof Hynes:Genellikle failin polis olduğu ölüm olaylarını anlatıyorsunuz, filin polis olduğu bu olaylarda, soruşturmayıda polis yaptığına göre, soruşturma işlemleri nasıl yürütülüyor? -Mehmet Tursun:Benim genellikle polis olaylarını anlatmam, vakfımızın amacı kapsamıyla ilgilidir. Biricik oğlumuz Baran Tursun polis tarafından öldürüldü, onun için bütün varlığımızla polis şiddetine karşı mücadele etmek Baran Tursun Vakfının esas amacıyla ilgilidir. Soruşturma işlemlerine gelince, birkaç örnek vereyim taktiri siz yapınız. -Baran Tursun’u öldürdükten sonra, ateş etmeyi gizlemek suretiyle Trafik kazası raporu düzenlenmiştir, ateş eden polisler delilleri toplamışlardır, zanlı polisler olay yeri inceleme ekibinde görev yapmışlardır, -Ankara’da 20 yaşında ki Soner Cankal’ı öldürdükten sonra, cesedinin üzerine kurusıkı tabanca bırakmışlardır, maktulün parmak izi bırakılan kuru sıkı silahtan çıkmıyor. -Antalya’da bisikletiyle gezerken kafasından vurulan 17 yaşındaki Çağdaş Gemik’i öldürdükten sonra cesedinin yanına birkaç gram uyuşturucu bırakan Antalya polisi de aynı işlemleri yapıyor. -Kızıltepe’de 12 yaşında ki Uğur Kaymaz’ı öldürdükten sonra cesedinin üzerine, boynundan büyük silah bırakan Kızıltepe polisi de delil karartma işlemlerinde eksik yan bırakmıyor. , Bu polisler aynı şeyi amaçlamışlardır, amaçlanan şey; kendileri veya arkadaşlarının işlediği işkence, kötü muamele veya bu cinayetleri gizlemek, aklama yönünde delil üretmek, gerekirse delilleri karartmak veya gizlemek, ayrıca yalancı tanıkları bulmak suretiyle dosyayı ikmal ediyorlar. İşkence, kötü muamele ve adam öldürme fiilinden bulunan polisler, PVSK.nın kendilerine tanıdığı yetkiyi, “orantılılık ve ölçülülük” kıstaslarına uymayarak ve keyfi uygulamalar ile kullanmaktadırlar. Zanlı polisi genellikle aynı kurum içerisinde diğer polis memuru arkadaşları soruşturmaktadır. İstanbul’da Nijeryalı Festus Okey’in ölüm olayına adı karışan polis memuru aynı zamanda soruşturmada görev aldı. İzmir’de Baran Tursun’u öldüren polis memuru delilleri topladı ve gizledi, zanlı polis tarafından deliller karartıldıktan sonra, ancak saatler sonra Savcılığa haber veriliyor. Soruşturma işlemlerindeki bu hukuksuzluklar olunca, haliyle ateş eden zanlı polisin silahında parmak izi ve barut izine rastlanmadı, ama ateş etmeyen polisin elinde barut izine rastlandı. Polisin polisi soruşturma uygulamaları, yargılama aşamasında zanlı polisi aklayacak mahiyette olup, aynı zamanda günlünde beraat geçen yargıcın elinin de güçlendirecek şekilde mağdur aleyhine deliller toplanır ve düzenlenir, bununla aklama işlemi tamamlanır. Bizler bu yargılama sürecine, ‘Beraat ve aklama’ süreci” olarak adlandırıyoruz. Zanlı polisi koruyacak şekilde düzenlen belgelerle ikmal edilen dosyanın akıbeti hemen hemen bellidir: Beraat, Takipsizlik veya ertelenmiş sembolik cezalar. AİHS sözleşmesine aykırı verilen bu neviden davlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin özellikle AİHS md.13 gereği “etkin soruşturma yapılmaması sebebiyle” Türkiye Cumhuriyeti devletini yüzlerce kez mahküm etmiştir. Christof Hynes:Polis karakollarında 24 kişi ölü bulundu dediniz, bunlar işkence ile mi öldürüldü? Mehmet Tursun:Bizim anladığımız şekilde polis işkencesiyle ölmediler, bize göre işkenceden farksız bir uygulamayla öldüler. 2007 PVSK’dan sonra 124 kişinin yaşama hakkı elinden alınırken, bu yaşama hakkı ihlallerin 24’ü polis karakollarında meydana gelmiştir. Güvenlik kameraları, gözaltına alınanları ve dürüst olmayan kolluk güçlerini izlemek, asılsız işkence ve hak ihlalleri iddialarına karşı kanıt toplamak, karakolları ve dolayısıyla nezarethaneleri gözetim altında tutmak için geliştirilen bir sistemdir. İşin aslı bu, sistemin amacının bu olduğu gerçeğine karşın, farklı iller de farklı 24 karakolda 24 ölüm olayı meydana gelmesine karşın, 24 karakolun 24’ünde de güvenlik kameralarının neden işlevsiz kaldığına, neden kayıt yapmadığına dair hiç kimse hesap sormamış, soramamıştır, yargılamayı yapan yargıçlar da sormamıştır. Ölüm olaylarının meydana geldiği tüm polis karakollarında, istisnasız tüm güvenlik kameraları ya arızalı olmuş, ya da kayıt yapmamıştır, durum böyle gösterilince gözaltı merkezi üzerinden işlem yapmak veya delil toplamak mümkün olmamıştır, dolayısıyla kötü muamelenin ve ölüm olaylarının cezasız kalması kolaylaşmıştır. Genel anlamda bu ölüm olaylarına, karakollar da işkence ile adam öldürme olayı demesek bile, adam öldürmenin başka versiyonu olarak anlamlıyız, doğrusuda budur. Christof Hynes:Karakollarda ki ölüm olayları belli bir bölgede mi oluyor, etnik veya dini kimlikler öne çıkıyor mu? -Mehmet Tursun:Vakfımızın araştırmalarına göre, ölüm olaylarının meydan geldiği karakollar belli bir bölgenin karakolları olmadığı yönündedir, Şırnak, Kocaeli, İzmir, Çanakkale, Trabzon gibi farklı illerde bulunan karakollarda ölüm olayları meydana gelmiştir. Ayrıca bu olaylar, etnik veya dini kimlikle alakalı olmadığına inanıyoruz. Örneğin: İzmir Gümüşpala polis karakolu nezarethanesinde polise ait silahtan çıkan 3 kurşunla hayatını kaybeden A.Rahman Sözen, Çanakkale Anafartalar polis karakolunda birer yıl arayla hayatlarını kaybeden ve üvey baba oğul olan İsmail İnan ve Hakkı Cangı, İstanbul Firuzköy karakolunda asılı bulunan Er Osman Aslı, Kocaeli Darıca polis karakolunda ölü bulunan Ahmet Cömert, Şırnak / İdil polis karakolunda ölü bulunan Resül İlçin Olaylarını örnek verebiliriz. Sonuç itibariyle: Polis karakollarında güvenlik kameraları işlevsiz kalınca, birkaç polisin ifadesiyle ikmal edilen dosya üzerinden hakkaniyette uygun ve adil işlem yapmak mümkün olmamıştır. Ölümlerden sorumlu tutulması gereken karakol polislerin anlatımlarıyla ikmal edilen davalar ya takipsizlikle sonuçlandı yâda bir kaç aylık gibi erteli sembolik cezalarla kapanmıştır. - Christof Hynes:124 kişinin ölümünden polisin sorumlu tutulması olayı vahim bir olaydır. Toplum bu olaylara karşı tepki gösteriyor mu, sivil toplum örgütleriyle kamuoyu oluştura bildiniz mi -Mehmet Tursun:Sivil toplum kuruluşları dediğimiz, İşçi ve iş veren Sendikaları, Parti, Dernek, Oda, Baro ve Birlik gibi örgütlü organizasyonlar veya insan hakları savunucuları politik ve siyasi yönü olmayan bu neviden ölüm olaylarının takibini yapamamışlardır veya takipte çok yetersiz, etkisiz ve yorgun kalmışlardır. Toplumun otorize gücü dediğimiz bu örgütlü organizasyonlar, kurumsal şiddet, işkence ve yaşam hakkı ihlallerinin önüne geçmek için bu yönde projeler üretememişlerdir, yol gösterici olamamışlardır. -Christof Hynes:Verilen yargısal kararlar hakkaniyet uygun mu, adil yargılamalar yapılıyor mu? -Mehmet Tursun:Hiçbir politik siyasi yönü olmayan, dolayısıyla parti, dernek, sendika gibi organizasyonların maddi ve manevi desteklerinden yoksun gelişen, bir tarafında devletin bulunduğu ya da konu bakımından devletin ilgili olduğu varsayılan davalarda verilen kararların büyük bir kısmı evrensel normlardan yoksun bir şekilde sonuçlandı, dolayısıyla hakkaniyete uygun adalet sağlanamadı. -İrina Tabirta:Başa dönmek istiyorum, anlatımlarınızın temelinde polis vazife ve salahiyetleri kanunu gelmektedir, bu kanunda 2007 yılında değişiklik yapıldı ve bu değişiklikle yaşama hakkı ihlallerinde artış oldu dediniz. Sorum şu:bu kanunun 2007 yılından önce ki durumu ve değişiklikten sonraki durumu hakkında bilgi alabilir miyiz. -Mehmet Tursun:Yanlış bilgi vermeyeyim diye bu sorunuzun cevabını önümdeki rapordan okuyarak vermek istiyorum. Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu kapsamında silah kullanmak:2007 yılı değişikliği öncesindeki eski hali ile bu 7.fıkranın (c ) bendindeki yeni düzenleme arasında suçla mücadele adına kolluğu gereğinden fazla güçlü kılan ciddi bir fark bulunmaktadır. Her şeyden önce, eski PVSK Madde.16, gerek suçüstü gerekse diğer durumlarda, bir şüphelinin yakalanmasını sağlamak için silah kullanılmasını suçun ağır cezalık yani 10 yıl ve daha fazla hapis cezası gerektirmesine bağlamıştı. 2007 yılında yapılan değişiklikle PVSK madde 16, adli para cezasını gerektiren suçlar dahil, her türlü suç için bu yetkiyi kolluğa vermektedir. Yani basit bir alkollü araç kullanması sebebiyle dur ihtarına uymayarak kaçmaya çalışan bir şahsa karşı da bu yetki kullanabilmektedir. Baran Tursun İzmir, Mustafa Uslu Tokat, Turan Özdemir Sivas, Çağdaş Gemik Antalya, İbrahim Kaymaz Gaziantep, Cem Aygün Ankara, Alaettin Karadağ İstanbul, Aytekin Arnavutoğlu İstanbul, Mahir Zorbey Aydın olayları buna birkaç örnektir. Aslında 2007 yılında yapılan bu yeni düzenleme, kanun ve uygulamasını denetleyen Anayasa Mahkemesi içtihatlarına da aykırıdır. Bu konuda, temel metin olan 1982 Anayasa’sının 17. maddesinin 4. fıkrası “Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması sırasında polisin hangi durumlarda öldürücü güç veya silah kullanılmasına açıklık getiriyordu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 2.maddesindeki “ kesin zorunluluk” şeklinde anlamak gereklidir. Zira 4178 sayılı Yasayla 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’na eklenen Ek 2. Maddeye ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı bu konuda tereddüde yer bırakmayacak derecede açıktır. Anılan hükümde “Terör örgütlerine karşı icra edilecek operasyonlarda teslim ol emrine itaat edilmeyerek silah kullanmaya teşebbüs edilmesi halinde kolluk kuvveti görevlileri, failleri etkisiz kılmak amacıyla doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silah kullanmaya yetkilidirler” denilmiş ve Anayasa Mahkemesi bu hükmü, 6. 1. 1999 günlü kararıyla iptal etmiştir. Buna göre, dava konusu kuraldaki teslim ol emrine uyulmaması ve silâh kullanmaya teşebbüs edilmesi, görevlilerin her zaman doğruca ve duraksamadan hedefe karşı ateşli silâh kullanmalarını zorunlu kılacak nitelikte bir durum değildir. Kimi olaylarda faillerin, can güvenliğini daha az tehlikeye sokan yöntemlerle de etkisiz hale getirilmeleri olanaklı olabilir. Olayların özelliğine göre, bu yöntemlere başvurulmaksızın doğruca ve duraksamadan hedefe karşı “ateşli silâh” kullanılması yaşama hakkının zedelenmesi sonucunu doğurur.” İlgili hükümde polisin silah kullanmasını kolaylaştıran tek kural bu değildir. Polis ayrıca “bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde” de silah kullanabilecektir. Dikkat edilirse burada direniş gösterenlerin silah vs. kullanmasına da gerek yoktur. Sadece dirençlerinin yüksek olması, polisin silah kullanması için yeterlidir. Kalabalık bir gösteri grubuyla karşılaşan polis, grubu tazyikli su veya gazla dağıtamadığı durumda, kendisine zarar verecek bir durum olmasa bile silah kullanabilecektir. Böylesi bir anlayışı bir hukuk devletinde kabule imkân yoktur. Ateşli silah kullanılmasına ilişkin en önemli standart olan BM Kanun Adamlarının Zor ve Silah Kullanmalarına dair Temel İlkeler, PVSK daki düzenlemenin uluslararası hukuka aykırı olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır: Görüldüğü gibi Uluslar arası temel insan hakları ilkeleri, polisin sadece kendisine ve başkalarına yönelik yakın yaşamsal bir tehlike halinde silaha başvurabileceğini düzenlemektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları da bu yöndedir. Güleç davasında, jandarmanın bir gösteriyi dağıtmak üzere kullandığı silahlı güç AİHM tarafından orantısız bulunmuştur. Oysa 5681 yasa ortada hiçbir tehdit yokken dahi silah kullanmaya cevaz vermekte, maddenin varlığı yaşam hakkı açısından potansiyel ihlal niteliğini taşımaktadır. Türkiye’de polisin silah kullanma yetkisinin orantısız güç kullanmasına ilişkin endişeler yersiz değildir, gerçekçidir. İç hukukta, kanıtlanması çok zor olan bu iddiaların bir kısmı AİHM’e götürülmüş ve Mahkeme çok sayıda davada ateşli silahların gereksiz ve orantısız olarak kullanıldığı sonucuna ulaşmıştır. Örneğin, Oğur /Türkiye, 21594/93, 20.5.1999.davasında maktulün, uyarı yapılmadan, 5681 sayılı yasanın deyimiyle “doğrudan” vurulduğunu saptayan AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Gül /Türkiye, 22676/93, 14.12.2000.vakasında polis, arama için gittiği evde kapıya 50-55 kez ateş etmiş, bir kişinin ölümüne sebep olarak evdekilerin yaşam hakkını ihlal etmiştir. Polis operasyonlarda, ateşli silaha başvurmadan önce daha sınırlı araçlar kullanmamakla eleştirilmektedir. Hamiyet Kaplan ve Diğerleri /Türkiye, 36749/97, 13.9.2005, para. 51.davasında, polisin bir evde sıkıştırdığı iki şüpheliyi, ateşli silah kullanarak yakalamaya çalışması, bu iki kişi dışında evde bulunan iki çocuğun ölümüne yol açmış; AİHM, polisin operasyonda ateşli silah dışındaki araçları hiç kullanmaması nedeniyle Sözleşmenin 2. maddesinin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Kaymaz vakası sorunun güncelliğini koruduğunun tipik bir örneğidir. Yasa değişikliği ile maddede kolluğun silah kullanma yetkisi, kolluğun istediği doğrultuda, hiçbir durumu dışarıda bırakmayacak şekilde genişletilmiştir. Ancak bu yasanın çıkarılmasından itibaren geçen 5 yıllık sürede yaşanan olaylar göstermiştir ki, “orantılılık kaydı” keyfi uygulamaları engelleyememiş ve uygulamada polis şiddetine zemin oluşturmuştur. Bu yasanın çıkışından itibaren 4 yıllık süre zarfında bu geniş yetki sebebiyle 124 vatandaşımızın polisin silah kullanması neticesinde, yaşamına son verilmiştir. Hedef gözeterek açılan ateşlerle öldürülen vatandaşlarımız dışında sakat kalanları da göz önüne alırsak, durumun vahameti, iyice ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple aciliyetle, PVSK da değişiklik yapılarak, güvenlik için özgürlükleri feda edecek şekilde tanzim edilen mevcut düzenleme değiştirilmeli, yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi içtihadı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatları ve BM Kanun Adamlarının Zor ve Silah Kullanmalarına dair Temel İlkeler göz önüne alınarak yeniden düzenlenmelidir. -Christof Hynes:Polis vazife ve salahiyetleri kanununda nasıl bir değişiklik istersiniz? -Mehmet Tursun:Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 1990 yılında herkesin anlayabileceği şeklinde bir yönerge yayımladı, bu yönergeye de “Temel prensipler belgesi” adını verdi. Bu belgede ateşli silah kullanımını kolluk kuvvetleri için en son başvurulacak yöntem olarak belirtilmek suretiyle, kolluğun silah kullanma konusunda hem açıklık hem de sınırlamalar getirdi. “Devletin ali menfaatini” her şeyin üstünde gören kanun koyucu Birleşmiş Milletlerin 7 Eylül 1990 tarihinde kabul edilen "Polisin Güç ve Ateşli Silahlar Kullanmasına İlişkin Temel İlkeler" adlı belgesinde yer alan temel ilkeleri ışığında kanun yapılmasını istiyoruz. Hali hazırdaki Polis vazife ve salahiyetleri kanununa bakacak olursak BM’ler temel prensipleri ile aynı doğrultuda olduğunu söylemek çok zordur. -Christof Hynes:Sayın Tursun, verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz, bu bilgileri iyi değerlendireceğimize inanabilirsiniz, başka ekleyebileceğiniz bir şey ver mı? -Mehmet Tursun:Tüm bu konuları anlatırken, polis şiddetine maruz kalan ailelerin yaşadığı trajediyi de açıklamak istiyorum. Yaşama hakkı ihlalleri, işkence, şiddet ve kötü muamele davalarında aileler davalarını takip etmekten zorlanmaktadırlar. Polis uygulamaları kapsamında meydana gelen bu ölüm olaylarında: Acılı aileler çok ağır ve kendilerince çözemedikleri maddi ve manevi sorunlarla karşı karşıya gelmektedirler. Dolayısıyla biricik evlatlarını kaybeden acılı ailelerin süreç içinde karşılaştıkları vahim sonuçlar trajedi haline gelmektedir Polis uygulamaları kapsamında meydana gelen ölüm olaylarında: Acılı aileler hakkında olur olmaz davalar açılmıştır, açılan davaların çoğunda “Polis tutanakları” esas alınmıştır. Aileler davalarını takip ederken, aynı zamanda polisin sindirme davalarıyla karşı karşıya kalmışlardır. İzmir’de öldürülen Baran Tursun ailesi hakkında 12 dava açılmış, Tursun ailesinden ceza almayan fert kalmamıştır. Evlatlarını kaybeden ailelerin aile birliği sarsılmakta, anne ve baba boşanmayı, ayrılmayı kendilerince bunalımdan ve travmadan çıkış olarak algılamaktadır. Davalının devlet olduğu bu neviden davalarını sağlıklı bir şekilde takip edememekteler, çoğu zaman işlerini de kaybetmektedirler. Örneğin: Çanakkale Anafartalar polis karakolunda birer yıl arayla ölü bulunan üvey baba evlat; Hakkı Cangı ve İsmail İnan’ın ailesi, Ankara’da polis tarafından öldürülen Soner Cankal’ın ailesi, Şanlıurfa’da polis tarafından öldürülen İbrahim Halil Çoban’ın ailesi ve bu ailelere benzer onlarca aile, bilinmeyen nedenlerden dolayı davalarını takip edememişler ve davalarından vazgeçmişlerdir. Eğer müsaade ederseniz son olarak Baran Tursun insani yardım vakfını neden kurduğumuzu ve amacının ne olduğu konularında bilgi vermek istiyorum Baran Tursun İnsani Yardım vakfının kuruluşu: Yaşam hakkı ihlalleri, işkence ve kötü muamelenin olağan sayıldığı Türkiye’de Türkiye işçi sendikaları, işveren sendikaları, oda, birlik gibi sivil toplum kuruluşları ve Siyasal Partiler bu nevi yargısız infazlar dediğimiz yaşam hakkı ihlalleri, işkence ve kütü muamele karşısında neler yaptıklarının, projelerinin ne olduğu konusunda kısa bir araştırma yapıldı. Toplumun örgütlü gücü dediğimiz bu kuruluşlar, yargısız infazlar, işkence ve şiddet sonucu meydana gelen bu nevi ihlaller karşısında neler yaptıklarını, neler düşündüklerini, projelerinin ne olduğu, ellerinde varsa caydırıcı önlemlerinin ne olduğunu öğrenmeye çalışıldı, öğrenilenler bizi hayretler içinde bıraktı. Toplumun örgütlü gücü dediğimiz bu organizasyonlar; mağdurların adlarını alt alta yazmaktan, başka bir deyişle mağdurların çetelesini tutmaktan öte, somut caydırıcı, önleyici bir eylemlerine rastlanılmadı. Baran Tursun ailesi, devletin şiddetine maruz kalan ailelerin sorunlarına yardımcı olmak için başlarda bireysel katkılar sağladı. Ancak hayati öneme haiz bu davaları takip etmek, mağdurların sorunlarını gidermek için aile bazında yardımcı olmak yeterli gelmeyeceğini görüldü. Baran Tursun ailesinin mağdurlarla dayanışma girişimleri basın yayın organlarında geniş yer aldı, Tursun ailesinin bu yöndeki çalışmalarından dolayı taktirler ve ödüller verildi. Baran Tursun İnsani Yardım Vakfının amacı: -Kurumsal şiddete maruz kalan ailelerin ilk öğretim çağındaki çocuklarına burs vermek. (Türkiye genelinde) - Kurumsal şiddete maruz kalan ailelerin davalarını takip etmek, hukuksal destek sağlamak, adaletin tesisine yardımcı olmak. (Türkiye genelinde) - Kurumsal şiddete maruz kalan ailelerin bireyleri, yaşadıkları trajediyi atlatmaları için, Baran Tursun Rehabilite Merkezi kurmak. (İzmir ve Diyarbakır) - Kurumsal şiddete maruz kalan ailelere seminerler vermek, eğitmek ve moral vermek için Baran Tursun Kültür Merkezini kurmak. (İzmir-Diyarbakır) -İhtiyaç sahibi insanların gıda ihtiyaçlarını karşılamak için, Baran Tursun Aş evi kurmak. (İzmir-Diyarbakır) - Baran Tursun Sağlık Ocağı kurmak (İzmir-Diyarbakır) -Christof Hynes:Sayın Tursun, Baran Tursun insani yardım vakfının düzenlediği raporları düzenli bir şekilde İngilizceye çevrilerek Birleşmiş Milletler…… adresine göndermenizi ve gönderi bilgisini de şu anda burada bulunan arkadaşımız bayan İrina TABIRTA’nın e-mail adresine göndermenizi rica ederiz. Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz. Mehmet Tursun:Vakfımızın raporlarını düzenli bir şekilde size göndereceğimize emin olabilirsiniz, ayrıca beni dinlediğiniz için ben size teşekkür ederim. İstanbul 24.11.2012 |
6620 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |