Yordam dergisi: Polis şiddetine maruz kalırsanız, sizi neler bekliyor? Mehmet Tursun ile röportajBilgi: Baran Tursun 24.11.2007 tarihinde polis kurşunuyla öldürüldü. O fail-i polis olan ölümlerde onlarca maktulden biri. Baran Tursun'un ailesinin, öldürülen evlatları adına kurduğu Baran Tursun İnsanî Yardım Vakfı, polis şiddetine maruz kalanlara yardım ve destek sunuyor. Biz de Baran Tursun'un babası ve vakfın başkanı Mehmet Tursun ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Osman Çakar: Daha önce de birçok kişi polis tarafından öldürüldü. Ancak Baran Tursun ismi çok duyuldu. Bunun sebebi ailenin, bu olayın mücadelesini vermesi mi? Bir de vakıflaşma sürecini kısaca özetler misiniz? Mehmet Tursun: Şimdi böyle bir durum olduğunda önünüzde üç seçenek var. Birincisi; kaderci bir yaklaşımla razı olmak. Allah'ın takdiri der, Fatiha okuruz arkasından ve içimize atarız. İkincisi; bu olayı bastırmak için kendini alkol-uyuşturucuya teslim etmek, derbeder olmak. Üçüncüsü ise; bu işin mücadelesini vermek, katillerden hesap sormak. Biz üçüncü yolu seçtikten sonra, kim var bizimle hareket edebilecek diye baktık ve o zaman Baran ile birlikte polis tarafından öldürülen 47 kişinin olduğunu gördük. Ben bu ailelerle görüştüm ve hepsinin mağdur ve şikâyetçi olduğunu, ciddi problemler yaşadığını fark ettim. Ve o görüşmelerimiz basın tarafından; "Aileler birleşiyor" manşetiyle duyuruldu. Basının bize karşı bu ilgisi bizim için ilham oldu ve Baran Tursun Vakfı'nı kurduk. Osman Çakar: Ailelerin şikâyetçi ve mağdur olması dediniz. Devlet tarafından mağdur edilmelerinden mi şikâyetçiler? Mehmet Tursun: Öncelikle devlet tarafından mağdur edilmişler. Devletin işlediği suçlara karşı yargının farklı bakışı var. İkinci olarak avukatları tarafından mağdur bırakılmışlar. Avukatlar böyle davaları ya almak istememiş ya da öylesine orada bulunmuş. Tazminat davaları açmamış. Üçüncü olarak da STK'lar tarafından mağdur edilmiş. Çünkü STK'lar sadece çetele tutmakla yetinmiş. Şurada şu kadar kişi öldü,100 kişi öldü, 120 oldu, vs. Ben STK'ları tek tek gezdim ve sordum; "Bu durumların yaşanmaması için ne düşünüyorsunuz? Ne gibi projeleriniz var?" Baktım ki, yok. Böyle olunca da toplumda bir karşılıkları olmuyor. Osman Çakar: Ara sıra miting veya eylemlerle dile getiriyorlar sadece. Mehmet Tursun: Yani bunun toplumda bir karşılığı yok. 72 milyondan bin kişiye hitap ederseniz, sizin toplumda bir karşılığınız yok demektir. Bizim vakfı bugün çok değişik yerlerden insanlar arıyorsa ve onlara yardımcı olabiliyorsak, toplumda karşılığımız var demektir. Örneğin; Aydın Erdem, faili polis olan bir olaya kurban gitti. Babası buraya geldi ve görüştüm kendisiyle. Bir ara beni Kızıltepe'den arıyor. Aydın Erdem'in mezar taşına Kürtçe ifade yazılmış ve jandarma bunu suç kabul etmiş. Babasını ifade vermesi için çağırıyorlar. İfadeden sonra tutuklama da olabilir, hor görülme de, şiddet görme de sonuçta. Yapılacak tek şey, jandarmaya kadar bir avukatın ona eşlik etmesi. Ben hemen bir avukatı aradım ve gönderdim. Böylece sorun çözülüyor. Sonra BDP'yi aradım ve dedim ki; "Aydın Erdem'in babası Kızıltepe'den beni arıyorsa, kendinizde bir eksiklik hissetmiyor musunuz?" İşte toplumda bir karşılığınızın olması bu demek. Osman Çakar: Avukatlar tarafından mağdur edilme dediniz. Avukatlar neden tazminat davası açmıyor? Mehmet Tursun: Açmıyor, açmak istemiyor, unutuyor, vs. Mesela Aytekin Arnavutoğlu polis kurşunuyla öldürülmüş. Polis ceza da almış. Ama avukatı tazminat davası açmamış. Ben o davayı da sahiplenecektim ancak baktım ki süresi geçmiş. Aileye söylüyoruz, tazminat davasından haberleri bile yok. Yaşam ihlallerinde idareye karşı açılan tazminat davalarında en az 300-400 bin lira var sonuçta. Aile zaten perişan. Avukat dava açmadığı için 300-400 binden de olmuş. Avukata sorduğumda; "Biz tazminat işlerine girmiyoruz" diyor. Tamam girme de, neden aileyi uyarmıyorsun? Böylece avukatın mağduru olmuş. Osman Çakar: Böyle bir hak arayışına girişen aileleri ne gibi zorluklar bekliyor? Mehmet Tursun: Böyle bir olayda süreç genellikle şöyle işler: Önce polis kurşunuyla öldürülmüş aileye üst düzeyden biri gelir. Ailenin acısı paylaşılır, aile taltif edilir, "bir hata olmuş" türünden cümleler sarf edilir. Aileye boş bazı vaatlerde de bulunulabilir. Mesela Urfa'da bir aileye daire sözü veriliyor ama olay kapandıktan sonra söz tutulmuyor. Birçok aile bu süreçten sonra davadan vazgeçiyor. Vazgeçtikten sonra da pişman oluyorlar. Vazgeçmeyip mücadele etmeye karar verirse, bu kez yıldırma davaları başlıyor. Ve bu davalar, polis tutanakları esas alınarak açıldığı için yüzde yüz ceza alıyorsunuz. Bizim aileye bu süreçte 12 dava açıldı ve ailede ceza almayan kalmadı. Örneğin eşimin ceza alması şöyle oldu: Bir parkta oturuyorduk. Yanımıza iki adam geldi. Biri dedi ki; "Sizin davanızı takip ediyor ve destekliyoruz. Hakkınızı alıncaya kadar vazgeçmeyin lütfen" Eşim de; "Vazgeçer miyim? O polislerin gözünü çıkaracağım" dedi. Birkaç gün sonra savcılığa çağrıldık ve o cümlelerimizi tehdit olarak tutanağa yazmışlar. Anladık ki, o iki kişi polismiş. Bu yıldırma davaları ile tecrübesiz ve maddi durumları zayıf olan aileler pes edip mücadeleden vazgeçiyorlar. Zaten böyle olaylar, ailenin birliğini sarsıyor. Karşılıklı suçlamalarla boşanmalar oluyor. Aileler öncelikle kendi içinde birlik olamıyor. Sonrasında da, her aile kendi gücü ve kararlılığına göre bireysel mücadeleye giriyor, birleşemiyor. Bir de böyle olaylarda delil karartma veya sahte delil oluşturularak olay örtbas edilmeye çalışılıyor. Vakfımızın sitesine girerseniz, Baran Tursun olayında polisin delilleri nasıl kararttığının örneklerini görebilirsiniz. Osman Çakar: Peki, polis şiddetinin son yıllarda arttığına yönelik kaygılar var. Bu kaygılar haklı mı, yoksa her dönemde yaygın olan bir durum mu söz konusu? Mehmet Tursun: 2007'de PVSK'da yapılan değişiklikle, polise şüphelendiği durumlarda da silah kullanma yetkisi verildi. Hâlbuki polisin görevi, şüpheliyi öldürmek değil, adalete teslim etmektir. Şüphe, soyut ve bireysel bir kavram. Mesela bir kişi aracıyla giderken, yolda yürürken üzerine şüphe çekebilir. 2007'den sonra polis kurşunuyla öldürülen kişi sayısı 138. Bu çok yüksek bir rakam. Osman Çakar: Peki 2007'den önce? Mehmet Tursun: 2007'den önce polis kurşunuyla öldürülenler ağırlıklı olarak politikti. Osman Çakar: Mesela 2005'de Kızıltepe'de öldürülen Uğur Kaymaz, politik olarak mı görülüyor? Mehmet Tursun: Hayır. O olayda açık bir devlet eylemi söz konusu. Şimdi şunu belirteyim: Devlet politik öldürmelere karşı eğitiyor polisi. Yani politik ölümlerde devlet zaten önceden hazırlıklı. Olaya karışan polis, bırakın mahkûm olmayı, çoğu zaman ödüllendiriliyor. Ancak bizimki gibi olaylarda sıkışıyor devlet. Çünkü hazırlıklı değil. Ne yapacağını bilmiyor. Osman Çakar: Peki bunun, bulunduğun coğrafya ile de ilgisi yok mu? Mesela Baran Tursun Diyarbakır'da öldürülseydi, sizce sonuç ne olurdu? Mehmet Tursun: Beraat olurdu. Bir mahkûmiyet çıkmazdı. Osman Çakar: "Dikkat Polis Geliyor" olarak basına yansıyan etkinliğiniz, PVSK'nın ilgili maddesini değiştirmek içindi değil mi? Mehmet Tursun: Evet. Mazlum-Der ile vakfımızın ortak eylemi bu. Ortak bir basın bildirimimiz oldu. Biz bu kanunun değişmesi ile ilgili tasarı hazırladık. Siyasilerle görüştük ve görüşmeye devam ediyoruz. Amacımız, BM'nin Temel Prensipler Belgesi'nde de belirtildiği gibi, polisin nefsi müdafaa gibi zorunlu haller dışında silahına başvurmasını engellemek. PVSK'nın ilgili maddesi, polisi ve ailesini de mağdur ediyor. Bir polis eşi diyor ki; "Eşim sabah polis olarak gitti, akşam katil zanlısı olarak gözaltına alındı." Osman Çakar: Yeri gelmişken, bu mücadelenize basının ve siyasilerin desteği ne oranda? Siyasi partilerin desteğini gerçekten hissediyor musunuz, yoksa popülist bir tavır mı var? Mehmet Tursun: Basının şu an ilgisini hissediyoruz. Bizim vakıf, basın için bir haber kaynağı oldu. Siyasiler de bizi dinliyorlar, destekliyorlar. Çünkü vakıf toplumsal bir zemin oluşturdu. Osman Çakar: Polis şiddeti ile ilgilenen başka bir kuruluş var mıydı daha önce, yoksa vakfınız bu konuda bir ilk mi? Mehmet Tursun: Yok. Sadece politik ölümlerde herkes kendi militanına sahip çıkıyor. Örneğin BDP, Şerzan Kurt'a sahip çıkıyor. Bizim açımızdan ise Şerzan Kurt ve Soner Cankal'ın bir farkı yok. Biri Kürt, politik bir yürüyüşte öldürülmüş, diğeri Roman, oto teybi çalarken öldürülmüş. STK'ların durumunu izah ettim az önce. Bir olay anlatayım: Ben arkadaşlarla birlikte Ankara'ya gittim. Ankara'da işçi sendikaları, STK'lar toplanıyor. İki güne bir biraraya gelip birbirlerini pohpohluyorlar, alkışlıyorlar. Bu arkadaşlara dedim ki; "Arkadaşlar bir dakika. Şu kapıyı kapatalım ve çaya, sigaraya bir ara verin. Siz bu işi yapamıyorsunuz. Siz yapamayınca da bu koltuk dolu kalıyor ve kimse de talip olamıyor. Yahu arkadaş, Yunanistan'da bir genç polis kurşunuyla öldürüldü ve tüm sendikalar genel grev yaptı. Şimdi senin Yunanistan'daki sendikalardan ne eksiğin var? Dünden beri bir araya geliyorsunuz ve yaşam hakkı ihlallerine karşı üzüntülerinizi dile getiriyorsunuz. Bu üzüntüleri siz bize bırakın. Bizim ağlamalarımızı sızlamalarımızı siz kalıcı bir çözüme kavuşturun. Hangi proje ile bunu engelleriz, diye düşünün. Toplumun kanayan yaralarına nasıl çare buluruz, bunun cevabını düşünün. Her gelen maaşım az, şunları yapacağım, diye vaatler sunuyor. Bu da olmalı ama diğer sorunlar da var. Gelin Yunanistan'daki sendikaların yaptığını neden yapamadığımızı burada anlatın. "Hayata Dönüş" adı altında cezaevlerinde 38 kişinin kafasını balyozlarla parçaladılar. Yani bunun için de bir günlük eylem yapın." Bu konuşmadan sonra çok büyük destek aldım. Bazı arkadaşlar dedi ki; "Abi senin dediklerine katılıyoruz. Ancak senin dediklerini dile getiremiyoruz. Çünkü sendikalara bağımlı durumdayız. Biz başka illerden Ankara'ya geliyoruz. Yol, barınma gibi ihtiyaçlarda sendikaya muhtacız. Sen özgür olduğun için çok rahat yapabiliyorsun eleştirini." Arkadaşların o zaman dediğini basite almıştım ancak şimdilerde ne demek istediklerini daha iyi anlıyorum. Arkadaşlarla birlikte Ankara'ya gideceğim. İki günden beri sendikaları arıyorum. Kalmak için misafirhanelerine ihtiyacımız var. Baktım ki yok ya da çok yüksek ücret talep ediyorlar. O zaman anladım arkadaşların ne demek istediğini. Yani kapitalizmin burada engelleme gücünü görüyoruz. O kişiler bağımlı hale getirildiğinde artık tehlike olmaktan çıkıyor. Bu sistem böyle devam ettikçe sendikalara fazla umut bağlayamayız. Osman Çakar: Şu an davanın seyri nedir? Türkiye'deki dava bitti ve AIHM'e başvurdunuz. Mehmet Tursun: Evet. Zaten buradaki dava beklenildiği gibi oldu. Polis, kendini "şüphelendim" diyerek savunuyor. Katil polis 2 yıl 2 ay ceza aldı. Biz AIHM'e gittik ve ilginçtir, devlet üçüncü kez ek süre talep ediyor savunma için. Sıkışmış, nasıl savunma yapacağını bilmiyor. Biz zaten, sadece bu olayı değil, PVSK'yı da şikâyet ediyoruz. AIHM, PVSK'nın açıkça yaşam ihlallerine kapı araladığını fark edecek. Devlet de bunu biliyor ve şuan zor durumda. Savunma yapamıyor. Osman Çakar: Peki PVSK değişti. Vakfın işlevi bitecek mi o zaman? Mehmet Tursun: Hayır, polis şiddeti olduğu sürece bu vakıf işlevini sürdürecek. İlla ölüm olması gerekmiyor yani. Ayrıca vakfın; sağlık ocağı, kültür merkezi, aş evi, rehabilitasyon merkezi gibi amaçları da var. Osman Çakar: Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Mehmet Tursun: Başarılar dilerim. |
2070 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |