Baran Tursun vakfı "Cezasızlıktan, Hesap Verebilirliğe" Antalya Eğitim Toplantısına katılarak sunum yaptıSunumu yapan:Mehmet Tursun, Baran Tursun Vakfı Başkanı
YAŞAMA HAKKI İHLALLERİNDE CEZASIZLIĞIN SÜREÇLERİ Bu broşürün diğer sayfalarını okumadan evvel, olağanlaşan cezasızlığın süreçlerini vücudunun her hücresinde hisseden bir baba ve doğum günü Cezasızlık süreci, failin silahını çıkartıp ateş ettiği anda başlar ve en ince ayrıntısı düşünülerek cezasızlık yönünde dosyalar ikmal edilir. İçeriği bu yönde ikmal edilmiş dosya hakimin önüne konur ve mahkeme edilir, genellikle sembolik veya erteli cezalarla dosyalar kapatılır.kutlamasından evine dönerken polis tarafından öldürülen oğlu Baran Tursun olayını ve bu olayda cezasızlığa giden aşamaların, nasıl profesyonelce düzenlediğini maddi delillerle belirtmek istiyoruz. Davalının devlet olduğu bu neviden davalarda dosyanın cezasızlık süreci böylece tamamlanmış olur. Baran Tursun davası ve yüzlerce davanın cezasızlık süreçleri böyle başladı ve bitti. Ülkemizde ahlaki değer haline getirilen cezasızlığa dair iş ve işlemler, diğer olaylarda olduğu gibi Baran Tursun olayında daha bariz bir şekilde görmek mümkündür. Ş ö y l e k i : -Bir polis Baran Tursun’u öldürdü -Üç polis delilleri kararttı -On polis yalan tanıklık yaptı -İki polis trafik kazası raporu düzenledi -Dört polis sahte belge tanzim etti *Bu mahkeme kayıtlarından sonra bir savcı ve üç Yargıca da, polise 2 yıl ceza vermek düştü - “Adaleti tesis edemeyen, taraf tutan bir hakim dünyanın en azılı katilinden daha tehlikelidir” sözü de bize düştü * Baran Tursun davası, Baran Tursun olayı ve Baran Tursun ailesi o kadar ağır hukuksuzluğa ve ağır insan hakları ihlallerine maruz kaldı ki bu Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna sunulan 18 Mart 2013 tarihli “Hukuk dışı, Keyfi ve Yargısız infazlar” raporuna da yansıtıldı. BM İnsan Haklar Konseyi Raporu D. Misillemeler başlığı, Madde 72:”2007 yılında seyir halinde iken polis tarafından ölümcül bir kurşunla vurulan Baran Tursun vakasından ve Tursun ailesine karşı, diğerlerinin yanı sıra, mahkemeye hakaret ve mahkemeyi etkilemeye teşebbüs de dahil olmak üzere açılan çok sayıda davadan bahsedilmiştir. Öte yandan, Baran Tursun’u öldüren polis memurlarına yönelik yargılamalar da, yargı sürecinin ve verilen cezaların yeterliliği konusunda soru işaretleri oluşturmuştur” PVSK VE CEZASIZLIK Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu (PVSK) cezasızlığın temel dayanağıdır Yukarıda esası yazılan Baran Tursun olayı ve davasına da cezasızlığa dair iş ve işlemler yaşama hakkı ve hak arama ihlallerine maruz kalınan tüm olay ve davalarda görmek mümkündür. Oysa yaşama hakkı ve hak arama, demokrasilerde hiç bir biçimde sınırlandırılması düşünülemeyecek bir haktır. Buna rağmen, en ufak bir hak arama eylemine dahi tahammül edemeyen kolluk, karakollarda ve sokaklarda orantısız güç kullanmaya, şiddet uygulamaya devam etmektedir. 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununda (PVSK) yapılan değişiklikten sonra polisin; kötü muamele, adam öldürme ve hatta kameraların önünde şiddet uygulama gücü her gün artarak devam etmektedir. Türkiye de Polis şiddeti olağan hale gelmiştir. Dolayısıyla polislerin, olağanlaşan şiddete tereddüt göstermeden başvurmaları sonucunda, yaşama hakkı ihlallerinde önemli artışlar meydana gelmiştir. Birkaç yıl içinde, onlarcası karakollarda olmak üzere, yüzlerce kişinin ölümünden polis sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla polis yaşama hakkını sürekli ihlal etmiştir. Polisin bu ihlalleri “dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürmesinden tutun, gözaltında ki ölümlere kadar çok geniş bir yelpazede kendini göstermektedir. Öldürme fiili, polisin adeta olağan görevleri arasına girmiştir. Nitekim öldürme olaylarına adı karışan zanlı polisler: “Biz görevimizi yaptık” şeklinde savunma yapmışlardır, zanlı polise göre “Adam öldürmek” görevleri arasındadır. Örneğin: İzmir’de polis tarafından öldürülen Baran Tursun, Tokat Turhal’da öldürülen Mustafa Uslu, Antalya’da öldürülen Çağdaş Gemik, Şanlıurfa’da öldürülen İ.Halil Çoban, Sivas’ta öldürülen Turan Özdemir, İstanbul’da öldürülen Aytekin Arnavutoğlu, Feyzullah Ete ve Ankara’da öldürülen Soner Cankal olaylarına karışan polislerin tümü: ”Ben görevimi yaptım” şeklinde özetlenebilecek savunmalar yapmışlardır. Bu savunmalar neticesinde, failin polis olduğu bu davalarda polisler genellikle beraat etmişlerdir veya sembolik cezalarla dosyalar kapanmıştır. Devlete karşı ve devletin işlediği suçlara, yargının farklı bakışı; Türkiye'de yargının düştüğü açmazı ve itibarsızlığı beraberinde getirmiştir. Yargı, evrensel hukuktan ve adaletten uzaklaştıkça toplum vicdanında daha fazla itibarsızlaşmıştır. Devletin sorumluluğu ve kavga süreci:Yaşama hakkının korunmasında devletin sorumluluğunun tartışılır yanı olmaz, devletin sorumluluğunun tartışılır duruma gelmesi ise, uzun yıllar vatandaşın devletle yaşayacağı bir kavga süreci haline getirmiştir. Baran Tursun ailesi bu örneklerinden bir tanesi dir.Yaşama hakkı ihlal edilenlerin çoğu politik, siyasi yönü olmayan, polisten kaçmayı bile bilmeyen 20 yaş ve altında olan gencecik çocuklardan oluşmaktadır. Örneğin: İzmir’de 20 yaşında ki Baran Tursun doğum günü kutlamasından dönerken, Şanlıurfa’da 17 yaşında ki İbrahim Halil Çoban internet kafe’den dönerken, Antalya’da 18 yaşında ki Çağdaş Gemik bisikletiyle gezerken, Diyarbakır’da 8 yaşında ki Enes Ata okuldan dönerken, Cizre’de evinin balkonunda annesinin kutsal memesini emerken, polisin gaz bombası sonucu ölen 17 aylık bebek Mehmet Uytum, failin polis olduğu ölüm olaylarından bir kaçıdır. Suçluyu Koruma ve Soruşturma Süreci:Davalının devlet olduğu durumlarda suçluları koruma mekanizmaları farklı etki ve yöntemlerle devreye girmektedir. Hukukun üstünlüğüne inandığını söyleyen sorumlular farklı etki ve yöntemler kullanarak günlünde geçenleri belli etmek için farklı mesajlar vermekte, bu mesajlarla gerek soruşturma sürecini gerekse yargılama sürecini etkilemektedirler. Zaten yapılanın da bu olduğu ve amaçlanan şeyin cezasızlığa zemin hazırlamak olduğunu ayrıca bilmektedirler. Adaletin tesisine yardımcı olmak yerine, öleni ve ağır insan hakları ihlaline maruz kalanları kötüleme ve aşağılama, suç işleyenlerin masumiyeti yönünde korumacı görüş bildirmek sorumluların ahlaki değeri haline geldiğini görmekteyiz. Cezasızlık sürecine dair iş ve işlemler bir kişi ile sınırlı olmayıp, cezasızlık sonucunun oluşmasının çok farklı etkileri ve yöntemleri vardır. Bunlar: Suçluyu koruma, soruşturma süreci, devlet’te yaşama hakkı algısı, devletin ali menfaati, sivil toplum kuruluşlarının etkisizliği, taraflı yargı, devlet bekasının her şeyin üstünde tutan yargıç zihniyeti gibi kavramlar, ya tek tek, ya bir kaçı ile, ya da tüm bu kavramların bir araya gelmesiyle cezasızlığın koşulları oluşmaktadır. Şahin Öner Diyarbakır’da polise ait zırhlı aracın altında kalarak hayatını kaybetti. 13 Şubat 2013 günü yaşama hakkı ihlal edilen Şahin Öner’in ölüm nedeni belli olmadan ve cesedi otopsi için Adli Tıp’a henüz gönderilmeden Diyarbakır valisinin ön yargılı açıklamaları basında yer almaya başladı. Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, olaydan sonra ilk yaptığı açıklamada kesin cümlelerle Öner’in "Elinde bomba patladı" demişti. Toprak, daha sonraki açıklamasındaysa “Elinde bomba patladığını düşünüyoruz" ifadesini kullanarak, delilleri toplayan ve soruşturmada görev alan polisin amiri olarak ne mesaj verdiğini anlamak olasıdır. Daha sonra tıbbi raporlarla ve tanık beyanlarıyla Önerin Polis tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı. Resül İlçin Şırnak’a bağlı İdil polis karakolunda ölü bulundu. İlçin’in ölümü için Şırnak Valisi Ali Yerli kaya’nın yaptığı yazılı basın açıklamasında:”Resül İlçin isimli şahıs araçtan inmiş ve Emniyet giriş noktasında bulunan kulübenin önünde kendiliğinden yere düştüğü görülmüştür" şeklindedir. Resül İlçin’in otopsi raporunda:”Başında 5 santimetrelik yarık ve vücudunun çeşitlik yerlerinde çürükler olduğu saptanmıştır” şeklindedir. Resul İlçin'in şüpheli ölümünün hemen ardından, Valilik tarafından yapılan açıklamanın içeriği dikkatli okunduğunda, İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne sağ olarak götürülüp ölüsü teslim edilen İlçin'in ölümüne dair devletin bu klasik örtbas çabası cezasızlığa zemin hazırlamanın süreçlerine yönelik bir çaba olduğunu görebiliriz. Baran Tursun İzmir’de bir polis tarafından öldürüldü. İzmir valiliği ve Emniyet Müdürlüğü olayı önce inkar etmeye çalıştılar. Emniyet müdür yardımcısı Baran’ın babası Mehmet Tursun’a:”Polis hiç vatandaşını öldürür mü, kim ki polis yaptı demişse yalan söylüyor, Benden önceki nöbetçi amiri ‘Baran Tursun trafik kazası yapmıştır’ notu vukuat defterine yazmıştır’ dedi. Bu konuşma ve görüşmelerden bir kaç saat sonra emniyet Baran’a polislerin ateş ettiğini kabul etmek zorunda kaldı.Bundan sonraki resmi söylemler de şablon:”Baran’a “Dur” denilmiş durmamış, polis de ateş etmiş, biz de üzüldük, adalete güvenin, olan olmuş, ölenle ölünmez” gibi devlet’te görev yapanların inandırıcılıktan uzak söylemleriyle karşı karşıya kaldık. Ali İsmail Korkmaz Eskişehir’de bir grup tetikçi sivil şahısların ve polisin işbirliği sonucu öldürüldü. Korkmaz’ın ölüm nedeni ve kimler tarafından öldürüldüğü belli değilken, vatandaşı korumakla görevli Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, Ali İsmail Korkmaz'ın ölümüne neden olan darp olayını polisin yapmadığını söyleyerek, "Kendi arkadaşlarına bile zarar verip 'polis yaptı' süsüne büründürmeye çalışıyorlar" dedi. Ancak oluşturulan kamuoyu baskısı sonucu soruşturma işlemlerinde ciddi ilerleme kaydedilmiş, karartılan deliller aydınlatılmış ve Eskişehir valisi Azim Tuna’nın dediği gibi, Korkmaz’ı arkadaşları değil, polis ve tetikçi tabir edilen bir kısım sivil şahıslar tarafından öldürüldüğü ortaya çıktı. Vali bu beyanı ile Mahkemeyi ve soruşturmada görev alan emrindeki polis memurlarını etkilemeye çalışmıştır. Ali İsmail’in öldürülme şeklini saklayıcı ve çarpıtıcı bilgiler vermekle de kamuoyunu yanıltmış ve cezasızlık sürecini başlatarak adil yargılamayı etki altına almıştır. Delil karartma ve gizleme: Ölümlü bir dosyanın cezasızlıkla sonuçlanmasının ilk süreçlerden bir de delil karartmak veya gizlemektir, bunu da soruşturma işlemlerinde görev alan görevliler tarafından itina ile yapılmaktadır. -Baran Tursun’u öldürdükten sonra, ateş etmeyi gizlemek suretiyle Trafik kazası raporu düzenleyen İzmir polisi, -Ankara’da 20 yaşında ki Soner Cankal’ı öldürdükten sonra, cesedinin üzerine kurusıkı tabanca bırakan Ankara polisi, -Antalya’da bisikletiyle gezerken kafasından vurulan 17 yaşındaki Çağdaş Gemik’i öldürdükten sonra cesedinin yanına suç unsuru bırakan Antalya polisi, -Kızıltepe’de 12 yaşında ki Uğur Kaymaz’ı öldürdükten sonra cesedinin üzerine, boynundan büyük silah bırakan Mardin polisi aynı şeyi amaçlamışlardır. Amaçlanan şey cezasızlıktır. Dolayısıyla bu süreci kendileri veya arkadaşlarının faili olduğu bu ölümlü olayın maddi delillerini gizlemek, aklama yönünde delil üretmek, gerekirse delilleri karartmak veya gizlemek, ayrıca yalancı tanıkları bulmak suretiyle dosyayı ikmal etmektir. Adam öldürme fiilinden bulunan polisleri soruşturanlar da, genellikle diğer polis arkadaşları olmuştur. İstanbul’da polis karakolunda polise ait silahtan çıkan kurşun ile hayatını kaybeden Nijeryalı Festus Okey’in ölüm olayına adı karışan polis memuru, İzmir Gümüşpala polis karakolunda polise ait silahtan çıkan 3 kurşun ile ölen Abdurrahman Sözen olayına karışan polis memuru, aynı zamanda sorumlu oldukları bu olayların soruşturma işlemlerinde de görevlendirilmek suretiyle cezasızlığın ilk koşulları oluşturulmuştur. İzmir’de Baran Tursun’u öldüren polis memuru, ateş etmeyi gizlemek suretiyle kendisine ait suç delillerini kendisi toplamıştır. Deliller öylesine karartıldı ki; ateş eden polisin elinde barut izine rastlanmadı, ama ateş etmeyen polisin elinde barut izine rastlandı. Cezasızlığın koşullarını oluşturmak için buna da delil karartmak diyoruz. Bizler bu yargılama sürecine, ‘Beraat ve aklama’ süreci” olarak adlandırıyoruz. Zanlı polisi koruyacak şekilde düzenlen belgelerle ikmal edilen dosyanın akıbeti hemen hemen bellidir: Yargı eliyle; beraat, takipsizlik veya ertelenmiş sembolik cezalar verdirtmektir. Fransızlardan kopyalanan “Devletin Ali Menfaati” kavramı ile yetiştirilen yargı mensuplarının çoğu bu neviden entrikaları olağan saysa bile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargıçları entrikalarla dolu bu nevi olayları olağan saymamaktadır ve ülkemizi tazminatlara mahküm etmektedir. Suç işleyen devlet görevlilerinin bu marifetlerinden dolayı ödenmek zorunda kalınan tazminatlar suçlulardan değil, vergilerimizden karşılanmaktadır. PVSK Yasası Toplumla Mücadele Yasası:En temel hak, insanın yaşama hakkıdır. Yaşama hakkı topluma, onun siyasal örgütlenmesi olan devlete, ciddi ve ağır görevler yüklemektedir. Demokrasinin temel kavramlarından uzak değiştirilen PVSK, bir asayiş yasasından öte; Toplumla mücadele yasası olarak hayatımıza girdi. Açın televizyonlarınızı,radyolarınızı,gazetenizi polisin orantısız güc kullanması sonucu ülkemiz savaş alanına çevrildiğini görebilirsiniz Taraflı yargı ve cezasızlık:Taraflı yargı zihniyetiyle verilmiş olduğu kararın, adil ve evrensel normlara uyup uymadığını sorgulamaksızın, 'yargı karar vermiştir, tartışılacak bir konu bulunmamaktadır' söylemi bir aldatmacadan ibarettir. Bu çok yanlış bir yaklaşım olup, adil olmayan bir yargıcın, adil olmayan kararlar vermesini teşvik etmesinden başka bir yaklaşım değildir. Son yıllarda evrensel hukuktan uzak, adaletten uzak verilen kararlarıyla ülkemizin hukukunu nasıl bir çıkmaza soktuklarını ve itibarsız hale getirdiklerini hepimiz şahidiz. Bu kararlarıyla ülke hukukunu itibarsız hale getirmekle kalınmamış, aynı zamanda adaletten ve hukuktan uzak verilen kararlar sonucunda devleti de milyonlarca lira tazminat ödemeye mahkum ettirmişlerdir. Bizim vergilerimizin çok önemli bir bölümü yargının hukuksuz kararlarından dolayı ödenen tazminatlara gidiyor, bunun kabul edilir bir yanı bulunmamaktadır. Devlete karşı ve devletin işlediği suçlara yargının farklı bakışı, Türkiye’de yargının düştüğü açmazı ve itibarsızlığı beraberinde getiriyor. Yargı, evrensel hukuktan ve adaletten uzaklaştıkça toplum vicdanında itibarsızlaşıyor. Toplum vicdanını bir tarafa bıraksak bile, kendi aralarında dahi bir güven bunalımı yaşandığı günümüzde mahkemenin mahkemeye, yargıcın yargıca güvenmediği bir ortamda vatandaşların bunlara güvenmesi gerektiğini söylemek inandırıcı olmamaktadır. Gözaltı ölümleri ve cezasızlık:2007 PVSK’dan sonra yüzlerce kişinin yaşama hakkı elinden alınırken, bu yaşama hakkı ihlallerin onlarcası polis karakollarında meydana gelmiştir. Güvenlik kameraları, gözaltına alınanları ve dürüst olmayan kolluk güçlerini izlemek, asılsız işkence ve hak ihlalleri iddialarına karşı kanıt toplamak, karakolları ve dolayısıyla nezarethaneleri gözetim altında tutmak için geliştirilen bir sistemdir. Sistemin amacının bu olduğu gerçeğine karşın, farklı iller de farklı onlarca karakolda onlarca ölüm olayı meydana gelmesine karşın, onlarca karakolun tümünde de güvenlik kameralarının neden işlevsiz kaldığına, neden kayıt yapmadığına dair, yargılamayı yapanlar dahil hiç kimse merak edip sormamıştır. Ölüm olaylarının meydana geldiği tüm polis karakollarında, istisnasız tüm güvenlik kameraları ya arızalı olmuş, ya da kayıt yapmamıştır, durum böyle gösterilince gözaltı merkezi üzerinden işlem yapmak veya delil toplamak mümkün olmamıştır, dolayısıyla kötü muamelenin ve ölüm olaylarının cezasız kalması kolaylaşmıştır. Baran Tursun vakfı, çoğunluğu cezasızlıkla sonuçlanan ve kamuoyunda “Karakol ölümleri” olarak yansıtılan gözaltında ki ölüm olaylarını ve işlevsiz bırakılan güvenlik kameralarına dair hazırlanan raporu, TBMM’de grubu bulunan tüm siyasi partilere, bu partilere mensup tüm milletvekillerine, TBMM İnsan hakları inceleme komisyonuna, İçişleri Bakanlığına ve Emniyet Genel Müdürlüğüne bildirilerek olayların aydınlatılması yönünde talepte bulunmuştur. Milletvekili Levent Tüzel, Sebahat Tun cer ve Mahmut Tanal İçişleri Bakanlığının cevaplandırılması talebiyle soru önergesi vermeleri dışında, anılan kurumlardan yazılı bir cevap gelmedi. Ancak, yapılan görüşmelerde Baran Tursun vakfının karakol ölümleri ve güvenlik kameralarına dair raporunu önemsediklerini defalarca söz konu yapmışlardır. Karakol ölümleri ve işlevsiz bırakılan güvenlik kameralara dair Baran Tursun vakfı raporları yazılı ve görsel medyada yer almak suretiyle o kadar etkili oldu ki Eylül 2013 tarihinde İçişler Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tüm il emniyet müdürlüklerine kısaca ‘Karakolların her bir santimetre karesini gözetleyecek şekilde güvenlik kameralarını yerleştirilmesi’ yönünde genelge yayınlamıştır. (Genelgenin geniş özeti, 06.10.2013 tarihinde yazılı ve görsel medyada geniş yer almıştır) Sivil toplum kuruluşların etkinliği, Yunanistan ve Türkiye örneği Yunanistan örneği: Türkiye’de polis kaynaklı orantısız güç ve kötü muamelenin ayyuka çıktığı günlerde, Yunanistan’da herkesin özellikle başta Sivil toplum kuruluşları olmak üzere, İşçi sendikaları gibi organizasyonların ders çıkarması gereken bir gelişme yaşandı. Atina’da 15 yaşındaki A. Andreas Grigoropulos adlı bir gencin polisin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirmesinin ardından Yunanistan’ın pek çok kentinde başlayan protesto gösterileri, şiddet uygulayan polisi bin pişman etti. Yaşama hakkına ve hak ihlallerine karşı duyarlı olan Yunanistan işçi sendikaları genel grev yaptı, Atina polis sendikası bildiri yayınladı:”Polisin görevi adam öldürmek değil, adam yaşatmaktır” dedi. Kısaca; Polisin silahından çıkan kurşunla hayatını kaybeden Grigoropulos’un ölümüne karşı gelişen Selanik ve Atina’da başlayan tepki, kasaba ve köyleri de kapsayarak tüm Yunanistan’a yayılarak o kadar büyüdü ki, Polis şiddetine karşı gelişen tepkiler Yunanistan sınırlarını da aşarak, başta Almanya ve İngiltere olmak üzere, dünyanın dört bir yanında bulunan Yunanistanlılar, Yunanistan elçilik ve konsolosluklarının önüne toplanarak devlet terörünü, polis şiddetini kınayarak, “Katil devlet” yazılı pankartlar astılar, polis terörüne karşı Yunanistan’da gelişen haklı halk tepkisine destek sundular. Yunanistan içişleri bakanı istifasını sundu Polis şiddeti sonucu yaşamını yitiren 15 yaşındaki A. Andreas Grigoropulos ölümü üzerine İçişleri Bakanı Prokopis Pavlopulos ile Bakan Yardımcısı Panayotis Hinofotis'in hemen ertesi gün istifalarını Başbakan Kostas Karamanlis'e sundular. İstifaları kabul edilmeyen İçişleri Bakan Prokopis Pavlopulos ile Bakan Yardımcısı Panayotis Hinofotis düzenlediği basın toplantısında; olaylarla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğünü ve suçluların "İbretlik" olacak şekilde cezalandırılacağını, insan haklarıyla ilgili gösterileri haklı bulduğunu ifade etmiştir. Yunanistan halkının etkin desteğini arkasına alan İşçi sendikaları ve sivil toplum kuruluşları, polis kaynaklı orantısız gücün nasıl duracağını ve bu sorunun nasıl hal edilebileceğini, Yunanistan hükümetine göstermiş oldu.Tüm bu haklı ve etkin tepkilerden sonra 15 yaşındaki A. Andreas Grigoropulos öldüren polis memuruna; İçişleri Bakan Prokopis Pavlopulos’un dediği gibi “İbretlik” bir ceza verildi, yani ömür boyu hapse mahküm oldu. Türkiye örneği: Türkiye’de hemen hemen her gün, ya bir gencin vurularak öldürüldüğünü veya polis karakollarında uygulanan şiddet ve kötü muamelenin haberlerini okumaktayız. 2007 yılında PVSK’da yapılan değişiklikle polise şiddet uygulama, orantısız güç ve kötü muamele serbestisi verildi, bu serbestiyle polise; ‘Dokunulmaz’ mantığı ve inancı hakim kılındı. Polis terörünün vardığı boyut, hükümetin sessizliği, yasaların sunduğu imtiyazlar, yargının hoşgörüsü gibi etkenler, polis şiddetini artırdıkça artırdı, bu artışlar o kadar bariz bir hal aldı ki, birkaç yıl içinde failin polis olduğu yüzlerce ölüm olayları meydan geldi. Yıllardır polis kurşunlarına hedef olan, ölen, sakat kalan insanların feryatları Türkiye’de yankılanmaktadır. İnsanlar polisten kaçar duruma gelmiş, zor duruma düşen vatandaşın:”Polis imdat” şeklinde polisten yardım beklerken, son yıllarda bu;”imdat beni polisten kurtarın” şekline ki feryada dönüşmüştür. Polis mağdurlarının bu feryadını duyan olmadı Sivil toplum kuruluşları dediğimiz, İşçi ve işveren Sendikaları, Parti, Dernek, Oda, Baro ve Birlik gibi örgütlü organizasyonlar veya insan hakları savunucuları politik ve siyasi yönü olmayan bu neviden ölüm olaylarının takibini yapamamışlardır veya takipte çok yetersiz, etkisiz ve yorgun kalmışlardır. Toplumun otorize gücü dediğimiz bu örgütlü organizasyonlar, kurumsal şiddet, işkence ve yaşam hakkı ihlallerinin önüne geçmek için bu yönde projeler üretememişlerdir, yol gösterici olamamışlardır. Hiçbir politik siyasi yönü olmayan, dolayısıyla parti, dernek ve sendika gibi organizasyonların maddi ve manevi desteklerinden yoksun gelişen, bir tarafında devletin bulunduğu ya da konu bakımından devletin ilgili olduğu varsayılan bu neviden davalarda kamuoyu oluşmadığından ötürü, kamuoyunun gündeminde tartışılır duruma gelmeden sembolik cezalar veya erteli basit cezalarla dosyalar kapatılmıştır. Dolayısıyla, davalının devlet olduğu bu tür davalarda verilen kararların büyük bir kısmı evrensel normlardan uzak bir şekilde sonuçlandı ve hemen hemen tüm davalarda adalet sağlanamadı. Acılı ailelerin vahim durumu: Polis uygulamaları kapsamında meydana gelen ölüm olaylarında: Acılı aileler çok ağır ve kendilerince çözemedikleri maddi ve manevi sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Dolayısıyla biricik evlatlarını kaybeden acılı ailelerin süreç içinde karşılaştıkları vahim sonuçlar, trajedi haline gelmiştir. Polis uygulamaları kapsamında meydana gelen ölüm olaylarında: Acılı aileler hakkında olur olmaz davalar açılmıştır, açılan davaların çoğunda “Polis tutanakları” esas alınmıştır. Aileler davalarını takip ederken, aynı zamanda polisin sindirme davalarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Örneğin: İzmir’de öldürülen Baran Tursun ailesi hakkında 12 dava açılmış, Tursun ailesinden ceza almayan fert kalmamıştır. Biricik evlatları polis tarafından öldürülen Tursun ailesinin maruz kaldığı ağır insan hakları ihlalleri Birleşmiş Miletler gibi devasa organizasyonun 13 Mart 2013 tarihli BM İnsan hakları Konseyi raporuna dahi yansıtılmıştır. Evlatlarını kaybeden ailelerin aile birliği sarsılmakta, anne ve baba boşanmayı, ayrılmayı kendilerince bunalımdan ve travmadan çıkış olarak algılamaktadır. Davalının devlet olduğu bu neviden davalarını sağlıklı bir şekilde takip edememişler, çoğu zaman işlerini de kaybetmişlerdir. Dolayısıyla davalarından feragat bile eden olmuştur. Çanakkale Anafartalar polis karakolunda birer yıl arayla ölü bulunan üvey baba evlat; Hakkı Cangı ve İsmail İnan’ın ailesi, Ankara’da polis tarafından öldürülen Soner Cankal’ın ailesi, Şanlıurfa’da polis tarafından öldürülen İbrahim Halil Çoban’ın ailesi ve bu ailelere benzer onlarca aile, ‘bilinen malum’ nedenlerden dolayı davalarını takip edememişler ve davalarından vazgeçmişlerdir. PVSK’da değişiklik yapılması ve polisin silah kullanma sınırının belirlenmesi: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği 1990 yılında herkesin anlayabileceği şeklinde bir yönerge yayımladı, bu yönergeye de “Temel prensipler belgesi” adını verdi. Bu belgede ateşli silah kullanımını kolluk kuvvetleri için en son başvurulacak yöntem olarak belirtilmek suretiyle, kolluğun silah kullanma konusunda hem açıklık hem de sınırlamalar getirdi. KİMLİK GÖSTERMEYENE KARŞI SİLAH KULLANMA 2559 Sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu PVSK Madde 16: Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. a-meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında Mevcut PVSK yasasının vehameti: Mevcut haliyle bu madde “yaşama hakkı” ihlallerinin artmasına neden olmuştur. 2007 yılında yapılan değişiklikten sonra, onlarcası karakollarda olmak üzere, yüzlerce kişinin ölümünden polis sorumlu tutulmuştur. Dolayısıyla polis yürürlükteki bu yasanın verdiği yetkiyle yaşama hakkını sürekli ihlal etmiştir. Polisin bu ihlalleri “Dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle öldürmesinden tutun, gözaltında ki ölümlere kadar çok geniş bir yelpazede kendini göstermektedir. Yürürlükte bulunan PVSK 16. Maddesinin uygulamalarına bakıldığında öldürme fiili, polisin adeta olağan görevleri arasına girmiştir. Polise karşı fiilinden hiçbir ‘şiddet unsurlu direniş’ olmadan, bu anlamda herhangi bir şekilde polise karşılık vermeyen ve sadece kaçan kişiye ateş edilerek öldürülmesi yürürlükteki maddenin esası olup, uygar toplumların kabul edeceği bir durum değildir. Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu yasa tasarısı önerimiz: (Mazlumder ve Baran Tursun Vakfı yasa tasarısı önerisi) P V S K: MADDE 16: Polis görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. b) Başkasının ırz ve canına vukubulan ve başka şekilde engellenmesi mümkün olmayan bir saldırıyı savmak için, c) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği şiddet unsurlu direniş karşısında, bu şiddet unsurlu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, yaşam hakkına zarar vermeyecek ölçülerde, silah kullanmaya yetkilidir.Ancak, bu amaçları gerçekleştirmek için daha hafif yöntemler yetersiz kalmadıkça bu yetki kullanılamaz. Her halükarda, kendisinin veya başkasının yaşamını hedef alan şiddetin maddi unsurlarının herkesin anlayabileceği şekilde ortaya çıkması durumunda, sadece yaşamı korumak için kesinlikle zorunlu olduğu zaman, kasten öldürücü silah kullanılabilir. Polis, yedinci fıkranın (a,b,c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde “dur” çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak şiddet unsurlarıyla direnişe devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kişinin şiddet unsurlu direnişte ısrar etmesi ve ele geçirilmesinin başka bir yöntemle mümkün olmaması halinde ise kişinin sağ yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir. Polisin ateş etmesi ise; polisin gördüğü eğitim, yapılan ateşin geri dönüşü olmayan vehameti kapsamında, orantılı ve ölçülü olmalıdır. Polis, şiddet unsurlu direnişi kırmak ya da unsurlarıyla birlikte faili yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde ve meşru müdafaa koşulları içinde silahla ateş edebilir." MAZLUMDER ve BARAN TURSUN VAKFI'nın hazırladıkları Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu (PVSK) 16. Maddesi değişikliğine dair kanun tasarısı önerisinde yeni bir kavram sunmuşlardır, “Şiddet unsurlu direniş” kavramı. Bununla varılmak istenen sonuç, polise karşı bir şiddet yoksa, polis neden silah kullansın şeklindedir. Yürürlükteki yasa metninde, soyut direniş kavramlarıyla polise silah kullanma yetkisini verilmiştir. Dolayısıyla silah kullanmanın vahim sonuçları bu güne dek öldürülen 127 kişiyle sınırlı olmayıp PVSK 16 Madde mevcut haliyle devam etmesi durumunda bir yıl içerisinde yüzlerce kişinin daha ölmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Silah kullanmanın vehameti ve geriş dönüşü olmayan sonuçlarını düşünüldüğünde, yürürlükte bulunan PVSK 16. Maddede ki soyut kavramlarla değil, somut maddi delillere dayandırmak gerekmektedir. Polise karşı şiddet unsurlu bir direniş yoksa, polisin silah kullanma yetkisi de olamamalıdır. Bunun aksi durumu ise, hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği vahim bir durumdur. 2007 yılında PVSK’da yapılan değişiklikten sonra, failin polis olduğu 127 olayın (Çoğu) dosyaları üzerinde savunmalara dair yapılan incelemeler neticesinde; olayın oluş şekli, polisin silah kullanmada ki algısı, sonuçları, vahameti ve yargı süreci esas alınarak hazırlanmıştır. S O N U Ç : Baran Tursun vakfı bağımsız güvenilir kaynak sıfatıyla yayınlamış ve amaç kapsamında takibine almış PVSK kaynaklı; polis şiddeti, karakol ölümleri, mağdur ailelerin maruz kaldığı hukuksuzluklar ve misillemeler, kamu görevlilerin fiilen cezasız kalmaları konu alan raporları ve bu yöndeki çabaları, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları konseyinin Genel Kurula sunmuş olduğu ve dünyadaki tüm resmi dillere çevrilen 18 Mart 2013 tarihli raporunda geniş yer verilmek suretiyle PVSK ve polis kaynaklı ağır insan hakları ihlallerine uluslararası boyut kazandırmıştır. Bunun sonucunda, gerek hükümet’te ki devlet algısında, gerekse İçişleri Bakanlığı nezdinde, PVSK kaynaklı şikayet edilen hak ihlallerinin önemli konularında iyileştirmelere başlanmıştır. | |
4973 kez okundu | |
Yorumlar | |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |