Mehmet Tursun: 'Yargı karar vermiştir, tartışılacak bir konu bulunmamaktadır' söylemi bir aldatmacadan ibarettir"Türkiye'de 2007-2010 tarihleri arasında "dur ihtarına" uymadıkları iddiasıyla polis kurşunuyla ya da "karakollarda intihar ettikleri" iddiasıyla ölenlerin sayısı 82'ye ulaşırken, hayatını kaybedenlerin yakınlarının adalet arayışı da devam ediyorİzmir'de "dur" ihtarına uymadığı gerekçesiyle polis kurşunuyla yaşamını yitiren Baran Tursun'un babası Mehmet Tursun, Uluslararası Baran Tursun Vakfı'nı (Baransav) kurarak, benzer mağduriyeti olan aileleri bir araya getirdi. Son 3 yılda polis şiddeti artarak devam ederken, dikkatler AKP Hükümeti döneminde yapılan yasa değişikliğiyle Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'na (PVSK) çevrildi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi verilerine göre, 14 Haziran 2007'de PVSK' de yapılan değişikliklerden sonra yaşam hakkı ihlallerinde büyük bir artış yaşandığı gözlemleniyor. TİHV'in verilere göre, PSVK'de değişiklik yapılmadan önceki tarih olan 2007'de faili meçhul cinayet sayısı 2 iken, değişiklikten sonraki 2008'de bu sayı 30, 2009'da ise 18 oldu. Yine yasa değişikliği yapılmadan önce yargısız infaz "dur ihtarı", "rasgele ateş açma" sonucunda 2007'de 24 kişi öldürülürken, bu sayı 2008'de 37'ye, 2009'da da 48'e çıktı. Gözaltında ya da cezaevinde ölüm vakaları da 2007'de 10 iken; 2008 yılında 39'u cezaevinde 8'i de gözaltında olmak üzere toplam 47'ye, 2009'da da 33'ü cezaevinde, 6'sı gözaltında olmak üzere toplam 39'a çıktı. Böylece PSVK'deki değişiklikle birlikte son 3 yılda 50 faili meçhul cinayet, 109 yargısız infaz, 96 gözaltı ve cezaevinde ölüm olayı gerçekleşti. Polisin, "dur" ihtarına uymadığı veya işkenceyle 3 yılda öldürdüğü kişi sayısı 82'ye ulaşırken, mağdur olan ailelerin hak ve adalet arayışları da sürüyor. Uluslararası Baran Tursun Vakfı (Baransav) Başkanı Mehmet Tursun ve Baransav üyeleri, bundan sonra her ay farklı bir olaya ilişkin "Hedef dava" tespitini yapacak ve kurumsal olarak tüm olanaklarıyla tespiti yapılacak olan "Hedef davaya" müdahil olacak. Baransav, davalar için amacı doğrultusunda hukuksal, rehabilitasyon ve adaptasyon hizmetlerinde bulunarak, sivil toplum kuruluşlarıyla dayanışma ağı oluşturmayı hedefliyor. Aynı zamanda Prof. Dr. Melek Göregenli, Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı'nın da aralarında bulunduğu yaklaşık 50 akademisyen vakfın "Danışma Meclisi"ni oluşturdu. Akademisyenler bu çerçevede silahsızlanma, uluslararası benzer davalarda çalışma yürütecek. Mağdurlar adalet istiyor İzmir'de Baran Tursun adlı gencin, polisin açtığı ateş sonucu ölümünün ardından açılan davada, mahkeme sanık polis Oral Emre Atar'a, "taksirle adam öldürmekten" alt sınırdan 2 yıl 1 ay hapis cezası verirken, davada "delilleri kararttıkları" gerekçesiyle yargılanan 10 polis hakkında ise beraat kararı verildi. Yine İzmir'in Bayraklı İlçesi Gümüşpala Polis Merkezi'nde intihar ettiği iddia edilen Abdurrahman Sözen olayında savcılık takipsizlik vermişti. Karşıyaka'nın Güzeltepe Semti'nde 2003 yılında statta maç izlerken polislerin açtığı ateş sonucu ömür boyu felç kalarak, tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Selami Atalay adlı genç de adalet peşinde. 'Hakim hakime, mahkeme mahkemeye güvenmiyor' Baransav Başkanı Tursun, "Hâkim hâkime, mahkeme mahkemeye güvenmiyorsa, bunlara güvenmek bize düşmez! 'Ben artık hakim oldum, lay lay lom. İstediğim kararı veririm, lay lay lom' zihniyetiyle karar veren bir yargıç, vermiş olduğu kararın adil ve evrensel normlara uyup uymadığını sorgulamaksızın, 'yargı karar vermiştir, tartışılacak bir konu bulunmamaktadır' söylemi bir aldatmacadan ibarettir" dedi. Tursun, bu yaklaşımın çok yanlış olduğunu, adil olmayan bir yargıcın, adil olmayan kararlar vermesini teşvik etmesinden başka anlama gelmediğini söyledi. Tursun, son yıllarda evrensel hukuktan uzak, adaletten uzak, verilen kararlarıyla ülke hukukunun nasıl bir çıkmaza sokulduğuna dikkat çekerek, hukukun itibarsız hale getirildiğini, herkes tarafından bunun görülen bir gerçek olduğunu ifade etti. "Bu kararlarıyla ülke hukukunu itibarsız hale getirmekle kalınmamış, aynı zamanda adaletten ve hukuktan uzak verilen kararlar sonucunda hazine de milyonlarca lira tazminat ödemeye mahkûm ettirildi" diyen Tursun, vatandaşın vergilerinin çok önemli bir bölümünün yargının hukuksuz kararlarından dolayı ödenen tazminatlara gittiğini, bunun kabul edilir bir yanının bulunmadığını vurguladı. 'Yargı itibarsızlaşarak, evrensel hukuktan uzaklaşıyor' Devlete karşı ve devletin işlediği suçlara yargının farklı bakışın Türkiye'de yargının düştüğü açmazı ve itibarsızlığı beraberinde getirdiğini belirten Tursun, yargının, evrensel hukuktan ve adaletten uzaklaştıkça, toplum vicdanında da itibarsızlaştığını vurguladı. Tursun, toplum vicdanının ötesinde yargının kendi arasında dahi güven bunalımı yaşadığını kaydederek, "Günümüzde mahkemenin mahkemeye, yargıcın yargıca güvenmediği bir ortamda, vatandaşların bunlara güvenmesi gerektiğini söylemek, vatandaşa hakaretle eşdeğerdedir. Hakim, hakime güvenmiyorsa, biz vatandaş olarak, o hakime neden güvenelim? Davalı devlet olduğunda adaletin terazisi devletten yana dönüyor. Yaşam haklarını ihlal edilenlerin davalarına ve seyrine baktığımızda hukuksuzluk ve adaletsizlik olağan hale getirildi ve bu da yargı eliyle yapıldı. Yargının düştüğü durumun hukuk açısından utanç verdiğini söylememiz yersiz olmaz. Devlet görevlisi cinayet işliyor, bu görevlinin görevde olması veya olmaması yargı için önemli değil. Hak ihlalinde bulunanın bir devlet görevlisi oluşu, davanın cezasız sonuçlanması için önemli bir nedendir" diye konuştu. 'Anadilinde şarkı söylemek bile bu ülkede suç' "Anadilinde şarkı söyleyeni öldürmek yargıya göre suç değildir" diyen Tursun, şunları kaydetti: "Yargı, aynı zamanda siyasi kavgalar da saf tutacak kadar hoyrat bir siyasi güç olma yoluna girmiştir. Hoyrat yargının itibarsızlığı bugünden başlamadı. On yıllardan beri süregelen bir itibarsızlık zinciridir bu. Öyle ki, eğlence programlarında anadilinde şarkı söylemenin, şarkı istemek bile yargıya göre suç ve ayıp niteliğinde olmalı ki, bu neviden cinayet davaları bile genellikle cezasızlıkla sonuçlanıyor. Yıl 1992, yer İstanbul, Kürtçe şarkı söylediler diye Kemal Karatay ve Ali Haydar Alpdoğan, polis tarafından öldürüldü. Yıl 2010, yer Ankara, Kürtçe şarkı istedi diye, polis tarafından öldürülen Emrah Gezer davası da halen sürüyor ve henüz yeni. Sonucunu tahmin edebiliriz." 'Uluslararası insan hakları belgeleri karşısında utançtır' Tursun, yargı kararlarının evrensel ve insani değerlerden uzak olduğuna dikkat çekerek, kendi içine kapanık, pısırık, korkak ve aynı zamanda devletçi anlayışın ürünü olduğu belirtti. Yargıdaki bu durumun uluslararası insan hakları belgeleri karşısında ihlal ve utanç olduğuna dikkat çeken Tursun, "Biz biliyoruz da yargıçlarımız neden bilmiyor? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) götürülen davaların büyük oranda 'ihlal' kararıyla sonuçlanması hukukçuları, hele karar verici hukukçuları derin derin düşündürdüğü söylemek olası mıdır? AİHM'e intikal etmiş, sözgelimi her 10 davanın 9'u ihlal kararıyla sonuçlanmışsa, verdiği kararıyla buna sebep olan hakimin kendini sorgulaması gerekmez mi? 'Dağıttığım adalet, adalet değilmiş' demesi gerekmez mi? Vicdanla bağlantı kurarak bakmaları lazım. Ancak devletçi yargıç öyle düşünür mü?" dedi. Tursun, insan hakları ve demokrasinin hukukun üstünlüğü ilkesi doğrultusunda yön bulmadıkça, hâkimin hâkime, mahkemenin mahkemeye, savcının savcıya güvenmediği gibi kendilerinin de taraflı yargıya güvenmediklerini belirtti. / DİHA
|
2579 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |