Demokrasi ve Özgürlük için Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Demokrat Yargı)Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri düşman ceza yargılaması tehdidi yarattıklarından derhal kaldırılmalı, yurttaşların hukuksal eşitliği ilkesinin bu mahkemeler yoluyla çiğnenmesi engellenmelidir .....Demokrasi ve Özgürlük için Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Demokrat Yargı) 2 Mart 2010 TÜRKİYE'DE YARGI GELENEĞİNİN ÇÖKÜŞÜ
Demokrasi ve Özgürlük için Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Demokrat Yargı) Eşbaşkanları Doç. Dr. Osman Can ve Dr. Orhan Gazi Ertekin ile Genel Sekreter Kemal Şahin'den oluşan Demokrat Yargı Yönetim Kurulu 22.02.2010 günü Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner ile tutuklu bulunduğu Erzurum H tipi cezaevinde, HSYK tarafından özel yetkileri alınan Erzurum C.Savcıları Osman Şanal, Rasim Karakullukçu, Mehmet Yazıcı ve yine HSYK tarafından özel yetkili kılınan Ender Karadeniz ve Erzurum C.Başsavcısı Sinan Kuş ile ise Erzurum Adliyesinde olmak üzere saat 10.30'dan 18.00'e kadar süren görüşmeler ve mülakatlarda bulunmuştur. Ziyaretimiz Demokrat Yargı Yönetim Kurulu adına gerçekleştiğinden dolayı mevzuat gereği Erzurum'a hareket etmeden önce Adalet Bakanlığı'nın izni alınmış, ziyaret edilecek tüm muhataplarla gerekli temas kurulmuştur.
Niçin Gittik?
Türkiye, son beş yıldır yargı ve hukuk alanında biriktirdiği yoğun ve şiddetli tartışmaları, geçtiğimiz iki hafta içinde Erzincan ve Erzurum Adliyelerinin arama, yakalama ve tutuklama işlemlerine ilişkin görev ve yetki çekişmelerine taşımıştır. Bu şekilde daha ayrıntılı olaylara ve mekânlara kadar dağılan bir çatışmanın içine girmiş durumdadır. Erzincan-Erzurum hattı hakkındaki tüm gelişmeleri, her zamanki gibi yine "kişisel sorumluluk" tespiti yaparak tartışmaya çalışan Yüksek Mahkemeler, Hakim ve Savcıları temsil niteliği ve yetkisi bulunmayan HSYK ile Adalet Bakanlığı alışılılageldiği üzere teyakkuza geçmişlerdir. Bu tavra karşın Demokrat Yargı, bu tartışmanın esas muhataplarının Erzincan ve Erzurum'da olduğunu, bu nedenle de asıl olarak bu süreçte yer olan yargıç ve savcıların dinlenmesi gerektiğini düşünerek gerçek ilgilileri kendisine muhatap almayı tercih etmiş, bu hususta kamuoyunun da dikkatini çekmek istemiştir. Yargı tartışmaları maalesef bugüne kadar esas olarak güç ilişkilerine dayanılarak yürütülmektedir. Demokrat Yargı, bu son gelişmelerde de bir kez tecrübe edildiği üzere Yüksek Mahkemeler ile HSYK'nın yargıya ilişkin geleneksel merkezi iktidar olma özelliğini ısrarla sürdürdüğünü gözlemlemektedir. Bu merkezi iktidar olma iddiası ise yargıç ve savcıların varoluş ve söz haklarını yok etmektedir. Yapılan mülakatlar ile Türkiye'nin yargı tartışmalarındaki ilgisini esasen adliyeler ve kürsüye taşıması ve özellikle yüksek mahkemelerin yargının merkezi ve temsilcisi olma iddiasını sorgulaması gerektiği bir kez daha duyurulmaktır. Dolayısıyla, bu ziyaretler ile asıl amaç Türkiye'ye mevcut tartışmanın esas muhataplarını göstermek olmuştur.
Görüşme ve Mülakatlar
Erzurum H tipi Cezaevinde tutuklu bulunan C.Başsavcısı Sayın İlhan Cihaner ile Erzurum Adliyesinde görüştüğümüz savcı meslektaşlarımızın Demokrat Yargı Heyeti ile görüşme ve mülakatları iki farklı düzeyde ilerlemiş ve heyetimiz, muhataplarına hiçbir ön soru olmaksızın dinlemeyi önermiş, bu öneri kabul edilmiştir. Bu çerçevede görüşmeler esas olarak muhataplarımızın yönettiği bir diyalog olarak yürütülmüştür. Meslektaşlarımız, öncelikle mevcut tartışmalara, usul süreçleri ile bu süreçlere ilişkin olay ve aktörlere ne anlam verdiklerini tartışmayı tercih etmişler, dosya ve yargılama süreçlerinin maddi içeriğine ise sınırlı ölçüde girmişlerdir. Görüşmelerin belirli bir kısmı ise çeşitli ayrıntıları içeren dostça bir sohbet biçiminde gelişmiştir. Meslektaşlarımızın görüşme sırasında emanet ettiği sözler bizlere medya ve kamuoyu bakımından önemli ve zorlu bir ödev yüklemektedir. Görüştüğümüz kişilerin, yargılama süreçleri içinde çok özel bir duruma düşmüş-düşürülmüş meslektaşlar olması; bir tutuklu C. Başsavcısı, HSYK tarafından özel yetkileri alınmış ve haklarında suç duyurusunda bulunulmuş olan C. Savcıları ve onların yerine HSYK tarafından yetkilendirilen C. Savcıları olması nedeniyle görüşmelerimizin duygusal ağırlığını da üzerimizde taşıdığımızı bir kenara not etmeyi görev biliriz.
Ön Gözlemler
Görüşme ve mülakatlar sırasında hem İlhan Cihaner ve hem de Osman Şanal, Rasim Karakullukçu, Mehmet Yazıcı'nın mevcut tartışmalara müdahale edememelerinin yarattığı çeşitli kaygı ve huzursuzluk belirtileri taşıdıkları, kamuoyundaki tüm tarafların hedeflerine çok özensiz ve kimi zaman da hoyratça yerleştirilmiş olmalarının yarattığı bir şaşkınlık içinde oldukları açık ve net olarak gözlenmiştir. Kendi işlem ve eylemlerinin pek az bilgi ile sorgulanması karşısında bir "söz" hakkına sahip olamamalarının yarattığı insanî bir durumu görmek, biz yargıçlar için şaşırtıcı değildir. Görüştüğümüz tüm meslektaşlarımızın ilk sözlerinin kendilerine yapılan haksızlıklara ve tüm bu haksızlıklara müdahale edememelerine dair olması da bu durumu desteklemektedir. Bütün bunlara karşılık, tüm muhataplarımızın kendi bakış açılarını, hukuksal perspektiflerini korumaya devam etmeleri ve metanet, sükûnet ve vakar içerisinde olmaları ise Ankara'daki tüm yargı aktörleri açısından öğretici olmalıdır.
ERZİNCAN-ERZURUM HATTI: GELİŞMELER-ÖZETLER-GÖZLEMLER
Her iki tarafın konuyu sunuşlarından, olguların temelde örtüştüğünü, ancak olgulara yönelik "niteleme"nin, "tehdit algılamasının", dolayısıyla yasal süreçleri harekete geçirmedeki saiklerinin temelde farklılaştığını vurgulamak gerekir. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı 2007 yılında Erzincan'da İsmailağa Cemaatine yönelik bir soruşturma başlatmıştır. Bu soruşturmaya 2009 başlarından itibaren Fetullah Gülen Cemaatine karşı yeni bir soruşturma eklenmiştir. Soruşturmalar Türkiye geneline yaygınlaştırılmak istenmiş, cemaat ilişkisi kapsamına giren kişiler, siyasi ve ekonomik ilişkiler ağı Türkiye genelinde soruşturma kapsamına alınmıştır. Bu talebin birçok mahkemede kabul görmemesinin ardından sınırlandırma yoluna gidilmiştir. İncelemenin CMK 250. madde kapsamına girdiğini düşünen Erzurum Özel Yetkili Savcıları soruşturmayı yaparken, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in soruşturmasının temelde örgütlü bir suç işleme aracına dönüştürüldüğüne ve bunun da kişisel suç oluşturduğuna yönelik kanaat ile Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı hakkında soruşturma açmış ve bu doğrultuda mahkeme kararıyla arama yoluna başvurmuş, tutuklama talepleri de mahkeme tarafından kabul görmüştür. Ardından İlhan Cihaner tutuklanarak yüksek güvenlikli H Tipi Cezaevine konmuştur. Yukarıda belirtildiği üzere, her iki anlatımda aynı olgular dile getirilmiştir. Örneğin,
- Bir taraf Cemaatlere suçlamada bulunurken, bunların temelde Anayasal düzen için tehdit olduğu algısından hareket etmiştir. Buradan hareketle söz konusu yapıların örgütlenme biçiminin, etkinliklerinden kaynaklanan para hareketlerinin, cemaat içi direktif ve yönlendirmelerinin, buna bağlı olarak da siyasetçilerle ilişkilerinin bir bütün olarak ceza hukuku anlamında "suç" kapsamında değerlendirilmesi gereğinden hareket etmiştir. Diğer taraf da aynı olguları daha farklı bir yoruma tabi tutarken, yürütülen soruşturma yöntem ve amacının Ergenekon Davası kapsamında ortaya çıkan yasadışı bilgi ve planların icrası niteliğinde olduğundan, dolayısıyla örgütlü suç kapsamına girdiğinden hareket etmiştir.
- Aynı süreçte, Erzincan Başsavcısının iletişimde bulunduğu kolluk ve adli mekanizmalar ile Erzurum Savcılarının iletişimde bulunduğu kolluk ve adli mekanizmalar örtüşmemektedir. İlhan Cihaner soruşturmanın tümünde kolluk olarak Jandarmayı ana operasyon unsuru olarak kullanırken ve attığı tüm adımlarda HSYK'yı bilgilendirirken, Erzurum Savcıları soruşturmalarında polis teşkilatını ana operasyon unsuru olarak kullanmış, resmi yazışmalar yoluyla Adalet Bakanlığı'nı bilgilendirmiştir. Yetki sorununu ise Adalet Bakanlığı ile yaptıkları yazışmaların ardından gidermişlerdir.
- Her iki tarafın anlatımlarından da 2007 tarihinde İsmailağa Cemaatine ve 2009 başlarından itibaren Fetullah Gülen Cemaatine karşı soruşturma başlatıldığı anlaşılmaktadır. Ancak her tarafta bulunan bu cemaatlere karşı soruşturmanın neden Erzincan'dan başlatılıp tüm Türkiye'ye yaygınlık kazandırıldığı sorusu örtülü olarak yanıtlanmaktadır. Bir taraf için cevap, Cumhuriyetin kazanımlarını koruma amacıyla harekete geçmek için tüm koşulların Erzincan'da oluştuğu biçimine bürünürken, diğer tarafın açıklamalarından doğan cevap ise, Ergenekon aktörlerinin ellerindeki planı yürütmek amacıyla Erzincan'ın kurumsal ve demografik yapısı itibariyle en uygun koşulları sunduğu yönünde netleşmektedir.
- Her iki tarafın anlatımı da Erzincan'da başlatılan soruşturmanın Ergenekon Davasını etkileyeceğini ortaya koymaktadır. Ancak etkileme yönü her iki taraf açısından tamamen farklıdır.
- Her iki taraf da aynı olgulara tamamen zıt değer yargıları yüklemekte, suç nitelemeleri buna göre bütünüyle çatışmaktadır. Soruşturmaların kurumsal izdüşümlerine bakıldığında, neyin "suç", "kötü", "düşman" veya "tehdit" olduğuna ilişkin geleneksel algıdaki parçalanmanın adliye dinamiklerince "iyi" okunduğu anlaşılmaktadır.
TEMEL SORUNLAR
Erzincan-Erzurum hattındaki yargı tartışmaları bakımından üç temel sorun alanı tespit edilebilir. Bu sorunlar, mevcut gelişmelerin ana zeminini ortaya koymakta, kişisel veya siyasal girişim ve tutumlara temel teşkil etmektedir.
MEVZUAT SORUNLARI
Yargının, sadece Erzincan-Erzurum gündemi bakımından değil, aynı zamanda son dönemlere ait tüm çekişmelerin arka planını oluşturan, tüm yargısal aktörlerin siyasal süreci etkileyen tasarruflarının ana zeminini oluşturan iki temel mevzuat sorunundan bahsedilebilir. Bunlardan birincisi siyasi kullanıma açık olan özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ile buna bağlı infaz sistemleridir. Diğeri ise yine siyasi operasyonlara ve girişimlere çok uygun bir araç niteliği taşıyan "gizli tanık"lık müessesesidir. Bu iki önemli sorun yargının gerek Erzincan'da Cemaatlere karşı, gerekse Erzurum'da İlhan Cihaner'e karşı başlatılan soruşturmaların yönünü belirlemek açısından çok önemlidir. Çünkü bütün bu gelişmeleri bir anlamda Türk hukuk mevzuatının soruşturmaya ve soruşturmacılara tanıdığı bazı imkânların, gerek Erzincan-Erzurum çatışması ikileminde, gerekse Türkiye'deki siyasal mücadelede iki tarafın birbirine mukabele ettiği imkân ve araçlara dönüşmesi süreci olarak da okumak mümkündür.
Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri
Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri ve özel soruşturma usulleri, hukuk düzenimizi iki farklı normatif yapı ile iki farklı uygulamalar sistemine bölmekte, hukuk alanının birlik ve bütünlüğünü parçalamakta, bu nedenle yurttaşların anayasal hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanmalarını engelleyen bir siyasi tehdit aracı rolünü üstlenmektedir. Özgürlükler serüveninde pek parlak sicile sahip olmayan DGM'lerin tabela değiştirmiş biçiminden farksız olan bu yargılama yoluyla ikiye bölünmüş, farklı geçerlilik ilkeleri ve farklı haklar katalogu bulunan bir hukuk düzeni, kendi yurttaşları için yalnızca eşitsiz bir hukuki alan yaratmakla kalmaz, aynı zamanda, her iki hukuki alan arasındaki dehşetli farkın belirlenmesi ve kimin hukukun koruma alanında olduğu ve kimin bu alanın dışında olduğuna karar verme yetkisinin de güç ve kudret sahibi kişilerin tesadüfî ve gelişigüzel iradelerine emanet edilmesine yol açmaktadır. Bu durumun mağduru yalnızca toplumun belirli bir kesimi değildir ve hatta bizzat bu kanuna bir zaman taraftar olan kişiler dahi- şimdilerde popüler bir davada olduğu üzere- bir gün bu tür mahkemelerin mağduru olabiliyorlar.
Devletin ideolojik aygıtları, devletin renginde ton farkının ortaya çıkardığı her durumda, kendi savunucularını dahi kriminalize edebilmektedir.
Gizli Tanıklık
Gizli tanıklık müessesesi, hukuk öznelerinin eşitliğine dayanan yargılama süreçlerini eşitsiz bir ilişkiye taşımakta, şüphelinin yargılama süreçlerine müdahale imkânlarını en asgariye indirerek, onları bu süreçte sadece bir "nesne"ye dönüştürmektedir. Soruşturma makamlarının aşırı biçimde güçlendirildiği bu müessese, siyasal kullanıma son derece elverişli ve hukuksal ilişkileri güç ilişkilerine dönüştürmeye müsait bir nitelik taşımaktadır. Erzincan-Erzurum hattında gerçekleşen çatışmada her iki taraf bakımından bu sorunun yaşanmış olduğu sabittir. Gizli tanıklık kurumunun da yukarıda açıklamalara benzer bir işlev üstlenebileceği açıktır.
KURUMSAL GELENEK Tutuklama Tedbiri Tutuklama tedbirinin Türkiye'deki uygulama geleneği itibariyle bir "erken infaz" biçimine büründürüldüğü, bu durum yargıcın önündeki dosya ve failleri ile soğukkanlılık ve metanet ile kurması gerektiği ilişkiyi zedelediği gibi, yargıcı da aynı zamanda bir "infaz memuru"na dönüştürmektedir. Soruşturmadaki yetkisizlik tartışmalarıyla birlikte dava açma süresinin uzamasının tutukluluk sürelerinin daima uzamasına ve çeşitli mağduriyetlerin yaşanmasına yol açtığı görülmektedir. Diğer yandan, tutuklama tedbirinin toplumsal ve siyasal kontrolün bir aracı olarak kullanılması geleneği de Türkiye'deki yargı kültürünün olağan bir kültürün özelliğini taşımadığını ortaya koymaktadır. Bu sorunun, günümüzde daha önce dokunulmaz olarak nitelendirilen iktidar odakları tarafından da görülmüş olması, tarihin öğreticiliği olarak nitelendirilebilir. Ancak bu öğreticiliğin yeni bir kültürün inşası için bir fırsat olarak değerlendirilmesi mümkündür. Ön Anlayış
Türk yargı geleneği, ideolojik bir ön anlayış üzerine hukuksal ve yargısal süreçlerin inşa edildiği bir gelenektir. Yargıçların kimi değerler veya durumlar söz konusu olduğunda tarafsız kalamayacağına yönelik Yüksek Mahkeme pratiklerinin veya HSYK'nın yönlendirmeleri ve uyarıları ile Adalet Bakanlığının etkisi bu geleneğin bozulmadan bugüne gelmesine yol açmıştır. Bugünün krizlerinde bunun önemli payı bulunmaktadır. Yargıç ve savcıların "doğal" olarak kimi bağlılıklar içinde bulunması zorunluluğu, söz konusu değerler veya durumların uygulama alanına giren her bir kişinin yargıç veya savcılar tarafından baştan mahkûm edilmesine yol açabilmektedir. Suçlananların hakları ise, "iyi ve müşfik yargıç"ın insafına kalmış durumdadır. Ön anlayışların "toplumun ortalama algıları"nın dışında, yargı kültürü ve ideolojisi tarafından üretildiği her yerde, bu ön anlayışların değerlere yüklenen anlamın değişmesiyle yön değiştirebilecekleri, ön anlayışları üretenler için de bir handikap oluşturacağı açıktır. Bu açıklık ise Yüksek Mahkemeler ve HSYK tarafından ısrarla okunmamaktadır. Gerekse Erzincan Savcısının, gerekse Erzurum Savcılarının aynı olaya farklı ön anlayışlarla baktığı görülmektedir. Soruşturmaların temelini oluşturan Erzincan'daki bazı olgular iki taraf bakımından farklı ön anlayışlarla değerlendirilmiş, tehdit algılaması ve buna dayalı olarak inşa edilmesi gereken suç ilişkileri ve örgüt şeması birbirinden bütünüyle farklılaşmış, hatta tamamen zıt eksende gelişmiştir. Yargılama sürecini ise, bu ön anlayışlardan hangisinin zamanın ruhuna (Zeitgeist) uygun düştüğü sorusuna verilecek yanıt belirleyecektir. Adil ve tarafsız bir yargılamanın ancak ve ancak ön anlayışlardan, yargılamaya yüklenen ideolojik misyonlardan arınmakla gerçekleşebileceği gerçeğinin artık görülmesi gerekir.
KİŞİSEL SORUMLULUK
Heyetimizce yürütülen görüşme ve mülakatlar üzerinden kişisel sorumluluk tespit edebilmek mümkün değildir. Gerek Erzincan Başsavcısının, gerekse Erzurum Savcılarının usule ve esasa ilişkin tartışmalardaki tutumunun haklılığı veya haksızlığı ancak yargılama sürecinde ortaya çıkabilecektir. Buna karşın Ankara'daki Yüksek Mahkeme temsilcileri, Adalet Bakanlığı ve özellikle HSYK'nın refleks ile hareket ederek, hemen kişisel sorumlu aramaya çalışmaları, demokrasilerde egemen hukuk mantığı ve kültürüne yabancıdır. Böyle bir sorumluluk tespiti için sürecin bütünlüğü ile tüm dosya ve yargılama süreçlerine hâkim olmak ve tüm bunlarla yüz yüze bir bağlantı kurmak gereklidir. Ankara'daki yargı aktörleri, medya ve siyasi önderler bu tartışmada tarafları dinlemediğinden, tartışmanın anlamsız bir tarafgirlik mücadelesine dönüşmesi kaçınılmazlaşmıştır. HSYK'nın herhangi bir resmi yol izlemeksizin tasarrufta bulunduğu, sürece ilişkin bilgilenmesinin ise tüm tarafların dinlenmesi üzerine gerçekleşmediği anlaşılmıştır. Bu da zaten Türkiye'deki Yüksek Mahkeme, HSYK ve Adalet Bakanlığı hegemonyasındaki sisteminin demokrasi ve özgürlük standartlarıyla çatıştığının temel göstergesidir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Erzincan-Erzurum hattında süren yargı tartışmaları sürecine ve bu tartışmaların temel zeminine bakıldığında Türkiye'deki yargı geleneğinin çöktüğü, bizzat kendi mensupları bakımından dahi öngörülebilir bir gelecek üretemez hale geldiği görülecektir. Türkiye'deki yargı geleneğinin üst dereceli mahkemeler ile HSYK tarafından yönlendirilen merkezi bir idare yapısı içinde kendini idame ettirmesi ve tekli bir iktidar tecrübesine alışmış olması nedeniyle bugün tartıştığımız ve Erzincan-Erzurum hattındaki gelişmeler de dâhil, yargıdaki birçok gelişmenin bu geleneğin çöküşü ile doğrudan bir alakası bulunmaktadır. Bu noktada, Erzincan-Erzurum hattındaki gelişmeleri anlamanın son on yıl içindeki ana tarihsel zeminini şu temel ölçütler içinde mümkün olduğunu düşünüyoruz.
1-Yargıdaki geleneksel merkez taşra bağı çözülmekte, bu noktada taşra adliyelerinin kendi adli perspektifini geliştirmeye başladığı gözlenmektedir.
2-Üst dereceli mahkemelerden oluşan "yargı" algısı çözülmekte, adliye ve kürsüler mevcut süreçlere dâhil olmakta ve yeni bir yargı algısı geliştirilmesinin yolunu açmaktadırlar.
3-Yargıdaki tekli iktidar yapısı çökmekte, yargının kendisini tekli iktidarın mantığına göre üreten geleneği çözülerek çoklu yapılara doğru evirilmektedir.
4- Geleneksel yargı ideolojisinin "normalleştirdiği" ön anlayışlar tükenmekte, buna karşın ön anlayışsız bir yargı kültürünün oluşması ise yine mevcut yargı sistemi nedeniyle engellenmektedir. Bu da demokratikleşme algı ve kültürlerin yargı sistemine aktarılmasının önünde yakıcı bir sorun olarak güncelliğini korumaktadır. Erzincan-Erzurum hattında süren yargı tartışmalarını, yargı aktörlerinden herhangi birisinin kötü niyeti ile açıklamaya çalışmak ve mevcut teknik-hukuksal altyapıya ilişkin tartışmaların herhangi bir taraf lehine sonuçlandırılmasıyla çözüleceğini düşünmek son derece yüzeysel bir yaklaşım olacaktır. Bu süreç hukuk tekniğine dair tartışmalarla değil, tüm tarafların varoluş ve söz haklarının korunmasına dayanan demokratik bir siyaset ile çözülebilir. Bunun tek yolu ise yargının siyasetin bir konusu haline getirilmesi ile yani yargı reformu ile olur.
ÖNERİLER
Yargının Erzincan-Erzurum gündemi yalnızca yargıç ve savcılara değil aynı zamanda ve öncelikle parlamento ve hükümete sorumluluklar yüklemekte, yargının kendi geleneği bakımından tıkandığı bu noktada kapsamlı bir demokratik siyasal uzlaşma çabasına ihtiyaç bulunmakta, siyasetin yapıcı dinamiğinin hatırlanmasına gerek duyulmaktadır.
1. Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri düşman ceza yargılaması tehdidi yarattıklarından derhal kaldırılmalı, yurttaşların hukuksal eşitliği ilkesinin bu mahkemeler yoluyla çiğnenmesi engellenmelidir.
2. Gizli tanıklık müessesesi kaldırılmalı, yargılama sürecini eşitsiz ve hiyerarşik bir çalışma usulü ile siyaseten kontrol etmeye müsait olan bu müesseseye son verilmelidir.
3. Tutuklama tedbirinin tüm sanık veya şüpheliler bakımından ayrımsız biçimde son çare olarak uygulanmasına yönelik tedbirler ivedilikle alınmalıdır. Bu konuda sorumluluk, Adalet Bakanlığı, Yüksek Mahkemeler ve HSYK'ya aittir.
4. Yüksek Mahkeme Temsilcileriyle HSYK'nın yargıç ve savcıların kimi durumlarda "tarafsız davranma lüksüne sahip olamayacakları" biçiminde, yargıçlığı ideolojik bir silaha dönüştüren, düşman ceza hukukunun inşasına imkân sağlayan kabul edilemez söylemlerinden vazgeçmeleri, bu söylemler üzerine kurulu kültürü sorgulamaları zorunludur.
5. Siyasi aktörlerin yargı sisteminde köklü bir reforma gitmeleri tarihi sorumluluklarının bir gereğidir. Demokratik ve özgürlükçü bir yargı kültürünün inşasına yönelik bir sistemi amaçlaması ve çağdaş demokratik standartları taşıması gereken reformlara karşı çıkışın veya sürüncemede bırakma doğrultusundaki dirençlerin, demokrasiye, 200 yıllık çağdaşlaşma çabalarına ve son tahlilde Cumhuriyet'in bizatihi kendisine bir karşı çıkış olduğu unutulmamalıdır.
6. Bu çerçevede yargı sisteminde üst yapının çoğulculaştırılması, Yüksek Mahkemeler, HSYK ve Adalet Bakanlığı'nın elinde bulunan ve yargıç ve savcıları belirli ideolojik ve siyasi tutum ve tarafgirliğe sevk eden sayısız imkân ve araçların ivedilikle ortadan kaldırılması gerekir.
Yargı bağımsızlığı ve adil yargılamanın doğrudan muhatabı ve sahibi olan halkımızın, kamuoyunun ve siyasi sorumluların dikkatine saygılarımızla sunuyoruz.
Demokrasi ve Özgürlük için Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Demokrat Yargı) Yönetim Kurulu
|