Prof. Dr. Beril Dedeoğlu Vergilerimiz AİHM`ye! Tasarım Baransav Türkiye aleyhine açılmış davalardaki sayısal artış ile bu davaların büyük bir çoğunluğunun kamulaştırma bedellerinin ödenmesindeki gecikmeler, hak ihlalleri, mülkiyet haklarının ihlali ve yargı uygulamalarındaki gecikmelerin oluşturduğu düşünülürse ve özellikle sırada `orman arazileri` ve `vakıf malları` gibi konuların bulunduğu hatırlanırsa bugüne kadar ödenenlerin, bundan sonra ödenecek tazminat İnsan hakları oldukça geniş bir alana işaret eder ve özü, devlet-vatandaş ilişkilerinin vatandaş lehine düzenlenmesine dayanır. Yaşama hakkı, işkence yasağı, kölelik ve zorla çalıştırma yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, cezaların yasallığı, özel ve aile yaşamının korunması, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, dernek kurma ve toplanma özgürlüğü, ayrımcılık yasağı, hakların kötüye kullanılmasının yasaklanması konularının yanı sıra mülkiyet haklarını da içeren bu alanın korunmasından sorumlu kuruluşlardan birisi de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`dir. AİHM, kişilerin kendi ülkesinde iç hukuk yollarını tüketip mağduriyetinin ortadan kaldırılması yolunda bir sonuç alamadığı durumlarda, AİHM`ye başvurarak haklarının kazanılmasını, mağduriyetinin ortadan kaldırılmasını ve tazminini sağlayabildiği bir kurum. Dolayısıyla, bir devlet AİHM kararlarını tanımayı kabul ettiğinde, o ülkenin vatandaşları söz konusu yolu izleyebilir. Bu türden bir kabule yanaşmış devletin, insan hakları ve demokrasi konularında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ilkelerine bağlı ve saygılı olduğu kabul edilir ve kendisi aleyhine açılan ve karara bağlanan davaların da, demokrasi ve insan hakları bakımından o ülkeye katkı sağlayıcı sonuçları olduğu varsayılır. Bu haliyle AİHM, bir yandan bireylerin haklarının korunmasında önemli bir rol oynarken, öte yandan taraf ülkelerin sicilinin takibinde de son derece önemli göstergeler sunar. AİHM kararları, ülkelerin yasal düzenlemelerinin demokratikleşme ve insan hakları zemini üzerine oturup oturmadığını gösterdiği gibi, aynı zamanda kazanılan ya da var olan hakların uygulama bozuklukları nedeniyle tahakkuk etmemesinden kaynaklanan durumları da ortaya döker. Diğer bir ifadeyle AİHM kararları, insan hakları konusunu hem yasal düzenlemeler hem de uygulamalar bakımından ele alarak bir ülkenin demokratikleşme yolunda kat ettiği yolu izlemeyi kolaylaştırır. Devlet-yurttaş ilişkilerinin yurttaş lehine gelişip gelişmediğini, gelişmediyse bunun nedenlerinin tespiti ve bedelinin de nasıl ödendiğini en çarpıcı biçimde gösteren sonuçlar, AİHM kararlarında bulunabilir. AİHM`nin iş yükünün 5/1`i Türkiye üzerine... Bilindiği gibi Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`ni 1954`te onaylamış olmasına rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`ne bireysel başvuru hakkını 1987`den itibaren vatandaşlarına olanaklı kılmış, mahkemenin zorunlu yargı yetkisini, diğer bir ifadeyle Türkiye`ye yönelik kararları kabul etmeye vebedelini de ödemeye ise ancak Eylül 1989`da razı olmuş, Ocak 1990`dan itibaren de yürürlüğe girmiş. İlk bireysel başvuru, 1993`te yapılmış ve AİHM Türkiye aleyhine yapılan bireysel başvurularla ilgili davaları 1995 yılında sonuçlandırmaya başlamış. Yıllar itibarıyla verilen hüküm sayıları; 1995`te 3, 1996`da 5, 1997`de 8, 1998`de 18, 1999`da 19, 2000`de 39, 2001`de 218, 2002`de 99, 2003`te 123, 2004`te 171, 2005`te 290 ve 2006`nın ilk altı ayı için 189 olmak üzere 1.183`e ulaşmış durumda. Bu rakamlara ulaşmak için AİHM`nin resmi sitesine girmek durumunda kalınıyor, zira Adalet Bakanlığı sitesi bu konudaki tüm verileri barındırmıyor, bu sitede daha az dava görünüyor. AİHM`ye başvuru sayısının ise karar sayısıyla karıştırılmaması gerek. Başvuru sayısı günümüzde 12.000`lere ulaşmış durumda. Başvuru sayılarındaki artışın bir nedeni, vatandaşların haklarını arama konusunda evrensel bir bilince doğru evrilmesi gösterilebilir. Ama, öte yandan Türkiye`de insan hakları konusunda benzer hızda bir evrilme olmadığı sonucu da çıkarılabilir. 2004 yılında örneğin AİHM`ye açılan toplam 44.128 davanın içinde Türkiye aleyhine açılanlar 3.930`unu oluşturuyor. Bu rakamla Türkiye, Rusya ve Polonya`dan sonra üçüncü sırada yer alan bir ülke durumunda. 2005`te ise Ukrayna az farkla Türkiye`nin önüne geçmiş. Kısacası, AİHM`nin iş yükünün 1/5`ini Türkiye aleyhine açılmış davalar oluşturuyor. Üstelik bazı sıralamalar, hüküm sayılarının nüfusa oranına göre yapılıyor ve bu tür durumlarda Türkiye üçüncü sıradan düşemiyor. Türkiye ile ilgili bakılan davaların konuları ve zaman içerisinde gösterdikleri değişiklikler de birer gösterge. İlk başvuruların başladığı yıllarda, davaların konusunu büyük bir çoğunlukla, yaşam hakkı, ifade özgürlüğü, işkence, özgürlük ve güvenlik hakkı ile siyasal yaşama ilişkin konular oluşturmuş. Örneğin 8 Temmuz 1999`da AİHM Türkiye`de ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin 11 karar birden vermiş. 2001 yılına kadar, genel olarak bu konulara adil yargılanma hakkıyla ilgili davalar da eklenmiş ve bu tarihe kadar kaybedilen toplam 107 davada Türkiye 4 trilyon TL (4 milyon YTL) ödemiş. Avrupa Birliği tam üyelik süreci çerçevesinde gerçekleştirilen reformların bir uzantısı olarak, 2001`den günümüze doğru bakıldığında siyasal yaşama ilişkin davaların sayılarında azalma ortaya çıkmış, 2004 yılından itibaren neredeyse açılmış 3 binden fazla davanın sadece 1/3`ü bu alana ilişkin olmuş. 2000`li yıllardan günümüze geldiğimizde, açılan davaların % 70`ini kamulaştırma bedellerinin ödenmesindeki gecikmeler, hak ihlalleri, mülkiyet haklarının ihlali ve yargı uygulamalarındaki gecikmeler oluşturur hale gelmiş. Dışişleri Bakanlığı açıklamasına göre, 2005 Eylül ayı itibarıyla 567 AİHM kararları neticesinde ödenen tazminat miktarı 33 milyon Euro`ya ulaşmış, siyasal yaşama ilişkin tazminatlar bu tutarın sadece % 10`unu oluşturmuş... Hak ihlalleri artıyor, ağır tazminatlar yolda... Bu arada, ilginç bir bulguyu da belirtmekte yarar var. Ülkelerin ödedikleri ya da ödemeye mahkum edildikleri toplam tazminat miktarlarının dökümlerinin AİHM kurumlarından bulunması mümkün değil. Miktarların her ülkenin dışişleri bakanlıklarından öğrenilebileceği ilkesi savunulmakta, ama bakanlıklardan nasıl öğrenilebileceği de bilinememekte. AİHM`nin kamulaştırma bedellerinin ödenmesindeki gecikmeler ve mülkiyet haklarının ihlali gibi davalardaki uygulamasını da hatırlatmakta yarar var. Davaya konu olan mülkün bedeli, günümüzdeki değerinden hesaplanmakta, o mülkten gelir elde edildiği ya da bir faaliyet sürdürüldüğü kanıtlandığında tazminata bunlar eklenmekte, mülkiyetin ihlal ediliş biçimine göre, örneğin toplanma ve dernek kurma hakkının ihlal edildiği gibi bir durum ortaya çıkmasına göre ayrı bir suç ve onun tazminatı eklenebilmekte, birey söz konusu mülküne ilişkin haklarını kullanamaması nedeniyle manevi tazminat talep edilebilmekte, 300 ile 500 Euro arasında değişen mahkeme masrafları eklenmekte ve eğer bu tazminatın ödenmesinde gecikme olursa da, her ay % 3-4 faiz çalışmakta. Diğer bir ifadeyle, devlet vatandaşının hakkını verme konusunda yavaş ve isteksiz davrandıkça, bu isteksizlik de cezalandırılıp neredeyse o mülkün astarı yüzünden pahalıya getirilmekte. Bu arada hemen belirtilmesinde yarar var, dostane çözümlerde de para ödenmesi söz konusu. Türkiye aleyhine açılmış davalardaki sayısal artış ile bu davaların büyük bir çoğunluğunu kamulaştırma bedellerinin ödenmesindeki gecikmeler, hak ihlalleri, mülkiyet haklarının ihlali ve yargı uygulamalarındaki gecikmelerin oluşturduğu düşünülürse ve özellikle sırada `orman arazileri` ve `vakıf malları` gibi konuların bulunduğu hatırlanırsa bugüne kadar ödenenlerin, bundan sonra ödenecek tazminatların yanında lafı bile olmayacak gibi. Demokrasiyi sadece yasaların değiştirilmesi üzerinden anlamlandırmaya çalışmanın yararı yok. Devlet, olan ya da değişen yasaları vatandaşların haklarını teminat altına alma zihniyeti ve ilkesiyle yapmadığı sürece, diğer bir ifadeyle devlet vatandaşıyla olan ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerinde vatandaşı kollayıcılığı benimsemedikçe, Türkiye`nin yol kat ettiğine dair gerçek göstergeler ortaya çıkamayacak. Bu durum, bir yandan demokratikleşme sürecine ilişkin bir eksiklik olarak kalmaya devam edecek, öte yandan AİHM`ye başvuran kişi ile ve onun açtığı dava konusuyla hiçbir ilgisi bulunmayan diğer vatandaşlar, ödenen tazminatların vergilerle karşılandığından hareketle durduk yere dolaylı olarak cezalandırmaya devam edecek. Devletin, bir vatandaşına karşı yerine getirmede geciktiği ya da yerine getirmediği sorumluluğunun bedelini bir diğer vatandaşına ödetir hale gelmesi halinde açılabilecek davaların tazminatını karşılamak için, belki `kötü yönetişim vergisi` adı altında yeni fonlar oluşturulabilir; ama bunun insanhaklarına ve demokrasiye bir katkısı olur mu, orası şüpheli.
|