Prof.Dr. Şebnem Korur Fincancı:\Adli Tıpta neler oluyor?Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu eski başkanı Şebnem Kurur Fincancı ile yapılan röprortaj;
Türkiye gündemini en çok meşgul eden bu üç davada da Adli Tıp hataları üst üste geldi. En son olaydan sonra, yani Cumhurbaşkanlığı’nın, Adli Tıp Kurumu’na inceleme kararı verdiği günün akşamı görüştük Şebnem Korur Fincancı ile. Adli tıp diyince ilk akla gelen isimlerden, hatta birçok kişinin “eski Adli Tıp Kurumu Başkanı” diye bildiği Fincancı ile kurumun yapısı ve işleyişi yanında yargı faktörü hakkında da konuştuk. Birçok örnek olay üzerine “içeriden” eleştiriler getiren Fincancı, Adli Tıp Kurumu yanında yargının da tartışılması gerektiğini, Güler Zere, yahut birçok tutuklu hakkında verilen raporların bizzat mahkemeler tarafından istendiğini söyledi: “Bu insanlar suçlarının cezası olarak özgürlüklerinden alıkonulmuşlar. Ama ne pahasına? O zaman idam cezasını kaldırmaya ne gerek vardı? Başak Günsever Bugün İsmailağa cinayetiyle ilgili bir kan karışması olayı, ardından Devlet Denetleme Kurulu’nun Adli Tıp’ı denetleyeceği kararı açıklandı… Neler oluyor? O kadar peş peşe geldi ki bunlar. Bu ciddi birşey. Ama denetlemenin nasıl yapılacağı, denetleme kurulunun bu işi yaparken hangi ölçütleri kullanacağı, ya da bu ölçütlere uygun denetleyiciler oluşturup oluşturamayacağı bence önem taşıyor. Bir de bu denetlemenin bağımsız olması gerekiyor. Dolayısıyla bağımsız organlar oluşturmak lazım. Denetlemenin içeriği nedir? Adli Tıp Kurumu dosyaları. Kimlerin denetleme yapacağı çok önemli. Sonuçta Adli Tıp bir bilirkişilik hizmeti yürütüyor. Dolayısıyla o bilirkişiliği denetleyecek olanların da en azından buna ilişkin bilgi sahibi olması gerekiyor. Diğerlerini hangi ölçütlere göre denetleyecekler? Çok boyutlu bir mesele. Sizin bir katılımınız olacak mı? Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Adli Tıp Uzmanları Derneği, Uzmanlık Eşgüdüm Kurulu ile birlikte çalışma yürütüyor zaten uzun zamandır. Hem adli tıp uygulamalarının, hem eğitiminin nasıl olması gerektiğine ilişkin birçok rapor Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Adalet Bakanlığı’na iletilmiş durumda. Ama bugüne kadar bunları referans alan bir mekanizma oluşturma çabası olmadı. Biz yine de bütün mekanizmaları devreye sokacağız. Ama ne kadar önemsenir bilmiyorum. Nasıl mekanizmalar olabilir bunlar? Bunu mesela tahayyül edememek üzücü. Bu ülkede baskı ve vesayet rejiminin ne kadar etkili olduğunun bir göstergesi bu. Sistem aslında üniversiteler ve akademik ortamlar üzerinden yürüyor dünyada da. Bir takım adli bilimlere ilişkin çalışmalar yapan laboratuvarlar var. Bunların denetleme mekanizmaları var. Bir yanda da tıbbi hizmetleri yürüten akademik ortamlar var. Tıp fakültelerinin adli tıp ana bilim dalları. Onlar duruma göre hangi alanlarla işbirliği yapacaklarını belirlerler. Başka bir sistem olamaz mı? Yani rapor vermek konusunda tek yetkili mercinin Adli Tıp Kurumu olması dışında bir ihtimal? Tek merci orası değil zaten yasal olarak. Teamül olarak öyle. Biz yargıyı hiç sorgulamıyoruz ki. Hep hedefte Adli Tıp Kurumu var. Yargıyı ön plana getirmek gerekiyor burada. Çünkü Yargıtayın nerdeyse içtihat diyebileceğimiz kararları var. Adli tıp kurumundan görüş sorulmadığı için yerel mahkemenin özel bilirkişiyle ya da bir adli tıp anabilim dalıyla yürüttüğü bilirkişilik hizmetini yok sayıyor. Ve bozuyor kararları. Doğal olarak yerel mahkemeler kararının bozulmasını istemediği için bir teamül biçiminde illa ki Adli Tıp Kurumu’ndan görüş alma ihtiyacı hissediyorlar. Bu hem iş yükünü artırıyor. Çünkü bütün işlerin merkezde toplanması anlamına geliyor. İş yükü tabii her zaman atlama, yanlış yapma riskini de beraberinde getiriyor. “ADLİ TIP TEK BİLİRKİŞİ DİYE BİRŞEY YOK YASADA” Farklı bilimsel görüşlerin tartışılması, en nitelikli bilimsel görüşün kabulü üzerine kurulması gereken bilirkişilik sisteminde ciddi aksaklıkla var. Bunun çok sayıda örneği var. İnsanlar başka bir sistemden bilirkişililik hizmeti alıyorlar. Sonra bu bilirkişilik hizmeti yok sayılıyor. Dolayısıyla insanlar da artık başvurmamaya başlıyor başka mekanizmalara. Bu yanlış uygulamada yargının çok ciddi payı var. Yasaların doğru bir şekilde değerlendirilmemesi bu. Evet, adli tıp kurumu resmi bilirkişi. Ama tek bilirkişi demiyor yasalar. Ayrıca tıp fakültelerinin adli tıp anabilim dalları da resmi bilirkişidir. Ayrıca resmi bilirkişi mi olmalı zaten? Ne demek resmi bilirkişi? Bilimsel görüşü kabul edilen anlamına geliyorsa eğer; bunun başka sınama yolları var. Yani akredite edersiniz, bu aktreditasyon içinde hem eğitimleri gözden geçirilir, hem uygulamaları. Sadece nesnel, bilimsel ölçütler olması gerekiyor. Adli tıp kurumu aslında Avrupa Laboratuvarlar Birliği üyesi. Fakat buradaki denetim mekanizmaları ne kadar işliyor çok önemli. Sonuçta uluslararası ve bağımsız bir denetim mekanizmasının üyesi. Ama demek ki burada bir eksiklik var. Adli Tıp Kurumu belki merkezi devlet otoritesi içinde öngörülmüş bir sistem Tütrkiye için. Ama hem dünya uygulamalarına hem de bilimsel düşünceye uygun değil. Çünkü bilim ancak tartışıldığında ve gerekçelendirildiğinde geçerli olabilir. Mesela Adli Tıp Kurumu’nda çalışanlar neye göre seçilmiş? Hangi ölçütlere uyuyorlar? “AĞRI’DAN GELEN BİR ÇOCUĞU NEREDE BARINDIRACAKSINIZ?” Bunun Adli Tıp Kurumu’yla değil, o mekanizmayı düzenlemeyen savcılıklarla, mahkemelerle ilgisi var. Mahkeme mesela A. Hastası gidecek kurumda muayene olacak diye karar veriyor. O olayın avukatı da talepte bulununca sanık da gönderiliyor. Çocuğu koruma altında göndermesi gerekir Yargının. Mesela; Ağrı’dan çocuk geliyor muayeneye. Tarih verilmiş o güne. İş yüküm fazla, muayene edemem deme şansınız yok çocuğu. Çünkü, Ağrı’dan gelmiş bir çocuğu nerede barındıracaksınız? Halbuki Ağrı’dan birinin İstanbul’a gönderilmesindense (Ağrı’da yoksa) çevre illerde mutlaka bir çocuk psikiyatristi, bir adli tıp uzmanı vardır. O heyet birlikte değerlendirip yazsa raporu. Günde 100 hasta muayene edemezsiniz. En iyi ihtimalle günde 15-20 hasta muayene edebilirsiniz. Yüzlerce insandan söz ediyoruz ama burada. ÇOCUK İSTİSMARINDA “DAVA AÇMAYIN” DİYECEĞİM DURUMLAR VAR Fotoğraflar: Elif Örnek Batı’da çocuk istismarı çok önemli. Orada mahkemeye çıkması söz konusu değil. Uzmanlar eşliğinde alınmış olan bilgiler mahkemeye yansır. Mahkemede bir çocuğun sorgulanması olabilecek bir şey değil. O çocuk zaten bir travma mağduru. Zaten birçok ruhsal aksaklık var. Sorulan sorulara alınan yanıt yeterli olmaz, yanıltıcı olabilir. Çocuk hatırlamıyor olabilir mesela travmanın etkileri nedeniyle. Bunu yargıç değerlendiremez ki! O travmanın ruhsal etkilerini bilmiyor çünkü. Dolayısıyla ona bir bilgi vermeyecek çocukla görüşmesi. Hele ki doğrudan soru sormak kabul edilebilir değil. Çocuğu daha çok yaralamak, sırf yargıyı işler hale getirmek için bir travma mağdurunu bir kere daha travmatize etmek demek bu. Ben hekim olarak böyle bir durumda “Açmayın dava” derim. Bırakın kalsın. Önce çocuk iyileşsin. O daha önemli. “HÜSEYİN ÜZMEZ VAKASI YANLIŞ TARTIŞILDI” Adli tıp raporu üzerinden yanlış bir tartışma yürüdü Hüseyin Üzmez vakasında. Orada da yargının kusuru var. Yargı nasıl tahliye eder cinsel istismarı kanıtlanmış bir adamı? Adli Tıp Kurumu raporu cinsel istismarın olduğuna dair bir rapor değil ki? Cinsel istismar sonucu ruh sağlığı bozulmuş mu diye verilen bir rapor. Yoksa cinsel istismarın somut delilleri var ortada. YARGIYI HİÇ KİMSE TARTIŞMIYOR Ona rağmen o rapor nasıl çıktı kurumdan? Orada ruhsal değerlendirmede çok büyük eksikliği var kurumun. Ruhsal travma ayrı bir alan. Deneyimli olmak gerekiyor. Uluslararası uzmanlık dernekleri var. Psikiyatrinin bir alanı ama psikiyatri koca bir alan. Bir kurul odasında, ayakta, çocuğa “adın ne, ne yaptılar sana” diye soruyorlar. Hakimden daha beter sorular sorulduğunu biliyorum ben. İnanılmaz muayeneler! Çünkü bir ruhsal travma anlayışı yok. “NUR BİRGEN SADAKATİNİN SONUCU OLARAK ORADA” İktidarlar değiştikçe kadrolaşma da oluyor mu Adli Tıp’ta? Kadrolaşma adına çok şeyler yapıldı uzun yıllar boyunca. Her dönemde özellikle kendilerine yakın olanları getirme çabası içinde oldular. Mehmet Ağar döneminde mesela inanılmaz bir kadro değişikliği yaşandı. Bir sürü insan getirildi, bir sürü insan görevden alındı, sürgünler oldu. AKP döneminde de aynı şey oldu. Şu anda başkan dışında bir değişiklik yok. Olacak mı bilmiyorum. İşte bunları hep sorgularız. Hangi parti olursa olsun, hangi atamayı yapıyor olursa olsun, sorgulanmaya muhtaç olacak. Neye göre seçildiğine dair elde somut veriler olmadığında, o zaman diyecekler ki; sadakate göre seçildi bu insanlar. Nitekim de öyle… Nur Birgen niye böyle seçildi, 3. İhtisas Kurulu Başkanı yapıldı. Hiçbir bilimsel, kendisini kanıtladığı bir alan yok. 3. İhtisas Kurulunun başına niye getirilir böyle bir insan? Niye getirildi? Sadakatinin ödülü herhalde! Çünkü işkenceyle ilgili raporlarda Tabip Odası Onur Kurulu üzerinden yapılmış soruşturmaları var, işkence bulgularını gizlediği için. Bunlar da herhalde kendisinin sicilinde olumlu puanlar olmuştur! Güler Zere ne olur sizce? Güler Zere için bir kamuoyu oluştu. Acaba farklı bir süreç yaşanabilir mi? Sonuç olarak bu raporlar mahkemesinde değerlendirilecek. Ama savcılık Çukurova’dan rapor varken Adli Tıp Kurumu’na gönderdiğine göre, tabiİ ki Adli Tıp Kurumu’nun raporunu dikkate alacak gibi görünüyor. Çok sıkıntılı, hastalığıyla ilgili sıkıntıları var. Bu cezaevi yöneticileri için de zorlu bir süreç. Bu tür hastaların sevkinde, ambulans bulmalarında zorluklar oluyor. Ambulans sağlayamıyorlar, sevk aracıyla gönderiyorlar. Ring aracı bir kere çıkınca on kişi o gün duruşmaya götürülecek olan 10 kişinin hepsi bir araçta… Sırayla gidiyorlar. Sırayla gittikleri için işler uzayınca problem oluyor. Mesela muayeneye geç gidiyor. Radyoterapi görecek, saatli… Böyle birçok hasta var. Bir de ring araçları teneke kutu gibidir. Sıcakta kavrulur, kışın buz gibi olur falan. Sağlıksız bir insan için hiç ideal değil… Sağlıklı insan için bile çok zor. AKP’li Alev Dedegil’in bir yasa çalışması var. Çocuk tecavüzcüleri eğer ikinci kez denerse bunu, kimyasal olarak hadım edilmeleri gerekecekmiş. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir takım ülkelerde var onunla ilgili tartışmalar, düzenlemeler. Ama bu çok sıkıntılı bir durum bence. İdam cezasından ne farkı var! Bir insanın bedenine yönelik bir müdahalede bulunuyorsunuz. Üstelik de böyle bir müdahale sonuç olarak o insanın haklarının ihlali. Sonuçta cezalandırmak gibi bir mekanizmayı işletirsiniz. Aslında çocuk istismarları yani pedofili sıkıntılı bir durum. Pedofilinin kökenlerinin araştırılmasına ihtiyaç var. Özellikle kendileri de çocuklukta istismara uğrayanlarda bu yönde bir takım eğilimler görme oranı oldukça yüksek. Dolayısıyla da bu insanların belki de ciddi anlamda tıbbi destek almaya ihtiyacı var. Zaten kendilerinde var olan bir ruhsal bozukluğun yaşadıkları istismarın oluşturduğu travmatik etkilerin sonucu belki de… Ama ne kadarı pedofili ki çocuk istismarının? Çok yaygın bir şey… Çok iyi araştırılması gerekiyor. Ben sonuç olarak bir insanın bedenine müdahale edilmesinin, özellikle cezalandırma araçlarının kullanılmasında kızlığın kullanılmasına karşıyım. Doğru değil. Bu yargı süreçlerinde tartışılması gereken bir iş, buna alet etmemeliler kendilerini, yargılama ve cezalandırma mekanizmalarına. Ama suçun cezalandırılmasından çok, suçun nedenlerinin araştırılmasına ihtiyaç var. Cinsel saldırılar bir kere bir iktidar arayışının ürünüdür. Yani aslında cinsel doyum amaçlı gerçekleştirilen davranışlar değil. İktidar kurmak, bir insanın bedeni üzerinde iktidar kurmanın en iyi yollarından biri. O insanın kimliğini yok etmek. Dolayısıyla her türden cinsel saldırılar sonuç olarak böyle bir durumdan kaynaklanıyor. Dolayısıyla bu iktidar olma davranışını sorgulamak gerekiyor. Neden böyle bir iktidar olma davranışı, neden bir otorite olma davranışı gösteriyor insanlar? Dolayısıyla eğitimlerinden başlayarak, sosyal koşullarından, kültürel koşullarından, ekonomik koşullarından yola çıkarak tartışmaya ihtiyaç var. Bugün Dünya Bankası’nın bile söylediği bir laf var; işsizlik genç erkekler arasında ciddi biçimde suç oranlarını yükselmesine neden oluyor. Bunu sorgulamadan, çözümlemeden, ekonomiyi tartışmadan sadece suçları ve cezaları tartışmakla iş yürümüyor. “HALİS TOPRAK İÇİN TEDBİR KARARI KONULMALI” Yani suçu doğuracan nedenler ortadan kaldırılmalı... En son 71 yaşındaki Halis Toprak 17 yaşında bir kızla evlendi. Bu konuda ne diyorsunuz? Bir kere on sekiz yaşının altında bir çocuk o. Gerçi bizim yasalarımıza göre on beş yaşından sonra evlenebiliyor ailesinin rızasıyla ama fark etmez, çocuk hakları sözleşmesini iç hukukuna geçirmiş bir ülkede on sekiz yaşının altındaki kişi çocuktur ve on yedi yaşındaki bir çocuğun yetmiş bir yaşında bir adamla evlendirilmesi bence hukuki açıdan ele alınması gereken, tedbir kararı alınması gereken bir durum. Çocuğu aileden de alıp bir kuruma yerleştirmeleri gerekir … Ama biz de öyle bir sistem yok. Alıp tekrar aileye veriyorlar. Bizim vakıf kurumlarımız uygun değil, bir de önerilen aileden almayıp, ailenin yanında gözetim altında bulundurmak sosyal çalışmacılarla… Türkiye’de az sayıda sosyal çalışmacı ver ve gerektiği gibi kullanılmıyorlar. Onlar da kan ağlıyor. Aslında ne kadar önemli bir yerde duruyor sosyal çalışmacılar. Yani neresinden tutsanız elinizde kalıyor bu ‘BAĞIMSIZLIK’ BAKANIN İKİ DUDAĞININ ARASINDA Daha geçen hafta yeni resmi gazetede uzmanlık eğitimi yönetmeliği yayınlandı. Uzmanlık eğitimi yönetmeliğine göre adli tıp kurumu bir eğitim kurumu olarak tanımlanıyor. Ve oradaki kurul üyeleri daire başkanları ve kurul başkanları eğitim kadrosunda şef ve şef muavini olarak tanımlanıyor. İyi de onun için bir takım ölçütlere ihtiyaç var. Bu insanlar akademik yapılarını belgeleyebiliyorlar mı, bunu kanıtlamışlar mı? Bunun için bir jüri sistemi içinden seçilmişler mi? Yok böyle bir şey. Bakanın iki dudağının arasında. O öneriyor, Cumhurbaşkanı onaylıyor, resmi gazetede yayımlanıyor. Bağımsızlık diye tanımladıkları bu! Buna yönelik bir bildiri ya da deklarasyon yayınladınız mı? Biz her yıl bunlarla ilgili bir sürü toplantılar düzenliyoruz, basınla paylaşıyoruz. Ama bunlar tabii ki gündeme gelmiyor. Avrupa ülkelerinde mesela; adli tıp enstitüleri üzerinden yürütüyorlar bu işleri. Orada anabilim dalı sistemi olmadığı için… YÖK de yok tabii doğal olarak! (Gülüyor) burada üniversitelerin bağımsızlığı sorusu da gündeme geliyor. Ama çok önemli bir şey; üniversitelerden farklı görüşlerin mahkemelerde gündeme gelmesi ve bunların içinden en nitelikli ve bilimsel olanın seçilebilmesi olanağı var. Tek bir görüş olduğunda tartışabilme şansınız yok. Diğerinde tartışılabilir. Biri A üniversitesinden rapor getirir, diğeri B’den. Hatta o raporları yazanlar mahkemeye geldi. “ADLİ TIP KURUMU’NUN İSMİ BİLE YANLIŞ” Adli tıp uzmanlık eğitimi içinde bir miktar hukuk sistemini bilmeye ihtiyaçları var uzmanlık eğitimi alanların. Ama çok yeterli değil. Başka garip yapılar var adli tıp’ın içinde. Trafik ihtisas dairesi var mesela. Orada mühendisler çalışıyor. Trafik kazaları için değerlendirme yapıyorlar. O zaman zaten kurumun adı baştan yanlış. Adli tıp değil, adli bilimler kurumu olması lazım. Adından başlayarak her şeyinin tersyüz edilmesine ihtiyaç var. Bir yaz temizliği lazım. BİLİRKİŞİ BAĞIMLI OLURSA, YARGI “BAĞIMSIZ” OLABİLİR Mİ? Adli Tıp Kurumu’nu “politik” bir kurum olarak mı değerlendiriyorsunuz? Evet, siyasi iradenin belirlediği bir kurum ve hiçbir siyasi iradeadli tıp Kurumu’nu elinden bırakmak istemiyor. Kendisine sosyal demokrat diyenler de zamanında iktidar oldu bu ülkede. Ama onlar mesela sadece beni 1. İhtisas kurulu üyeliğine atadı. Ama bir değişiklik, bir bağımsızlaştırma yaptı mı kurumun yapısında? –Hayır. Orası öyle bir yapı ki hiç kimse bırakmak istemez. İşte zaten o kısır döngüden çıkartmak gerekiyor. Nasıl olur? Siyasi irade bunu nasıl kabul eder? Tamamen sistemlerüstü olması gerekiyor. Bilirkişilik bağımlı olunca yargının bağımsız olmasından söz etmek mümkün değil. Yargıya gidiyor 3. İhtisas Kurulu raporları ardı ardına, “cezaevinde yaşayabilir” diyorlar. Yargı da ona göre karar veriyor. Bu durumda mahkeme bilirkişiden sadece teknik yardım alabiliyor denebilir mi? "ADLİLERİN DURUMU İÇLER ACISI" Başka, inanılmaz hastalıkları olan hastalar var. Biz hep siyasi hükümlüleri duyuyoruz. Onlar biraz daha yükseltebiliyor sesini. Adli tutuklu ve hükümlülerin durumu içler acısı. Çünkü onlar seslerini duyurma olanağına sahip değiller. Daha bugün geldi bir hasta yakını. O da hem hasta yakını, hem de sağlık çalışanı olduğu için haberdar ve geldi. Adli hükümlü. Yok yok hastada. “cezaevinden her telefon geldiğinde kaybettik babamızı diye açıyoruz telefonu” diyorlar. Hiç haberdar olmadığımız bir sürü insan var. Bu insanlar suç işlemiş olabilirler. Ve suçlarının cezası olarak da özgürlüklerinden alıkonulmuşlar. Ama ne pahasına? O zaman idam cezasını kaldırmaya ne gerek vardı? “HEKİM EMEKÇİDİR, VE HEKİMLER ÖRGÜTLÜ DEĞİL” Bir hekim olarak tam gün yasası hakkında neler düşünüyorsunuz? Bir kere bir eğitim kurumunda tam gün olmadan olmaz. Mutlaka olması gerekiyor. Çünkü belli bir zamanını oraya ayırarak, -özellikle tıp alanında düşündüğünde- mümkün değil. Tıp fakültesi ya da bir eğitim kurumunda hastalara sağlık hizmeti veriliyor, iki eğitim veriliyor, üç bilimsel çalışma yapılıyor. Şimdi yarı zamanlı bir çalışmada hangisini yürütecek bu insanlar? Sağlık hizmetini mi yürütecek, bilimsel çalışmaları mı yürütecek, yoksa eğitim hizmeti mi verecek? Çok öğretim üyesi var gibi görünüyor ama tamamı dışarıda bunların. Dolayısıyla asistanların eğitimini yapacak insan kalmıyor. Asistanlar üzerinden sağlık hizmeti yürüyor. Bilimsel çalışmalar da doğal olarak son derece sınırlı oluyor. Dolayısıyla tam gün olmalı. Ama tam günle beraber insanların da insanca yaşayabileceği bir ücrete gereksinimleri var. Bir takım yan ödemelerle olmaması gerekiyor. Asıl maaşına yansımalı. Dolayısıyla gelecekte emekliliğinde yaşamını sürdürebileceği bir ücretlendirmeye ihtiyaç var. Hükümetin önerdiği tam gün yasası bu anlamda çok ciddi sıkıntılar içeriyor. Sadece ek ödemeyle çözmeye çalışıyor ücretlendirmeyi. İyi bir tam gün yasasına ihtiyaç var. Gerçekten sağlık çalışanlarını da koruyacak bir sisteme… Tam tersi oluyor. Ücretleri azaltıp, iş yükünü çoğaltıyorlar. Her şey giderek daha geri bir seviyeye geliyor … Bütün çalışanlar için geçerli tabi bu. Örgütsüz olmanın bedelini ödüyorlar. Ama hekimler çoğunlukla örgütlü… Ama sendikalı değiller. Meslek örgütü üyesiler. TTB sendika gibi çalışıyor bir yandan… Çalışmaması gerekiyor aslında, doğru değil. TTB bir meslek örgütüdür. Mesleğin geliştirilmesi için, meslek alanında etik ilkelerin oluşturulması için çalışmalı. Özlük hakları sendikal mücadelenin alanı. Hekimler de işçi sınıfına dahiller. Emekleriyle geçiniyorlar, emekleri dışında da başka birşeyleri yok. BEN HİÇ ADLİ TIP KURUMU BAŞKANI OLMADIM Ben Adli Tıp Kurumu Başkanı hiç olmadım. Öyle bir yanlış bilgi var. Umarım da olmam. Ben Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu Başkanlığı yaptım. Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanlığı yaptım. |
3818 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |