TANER UYANIKER/İZMİR:Baran Tursun 2007 yılında ‘dur ihtarına’ uymadığı gerekçesiyle polis kurşunuyla hayatını kaybetti. Bu olay sonucu polis memuru iki yıl ceza aldı. Acılı aile cezayı bu ceza sonucu hukuk mücadelesini sürdürürken bir taraftan da çocukları için açtıkları Baran Tursun Vakfı’yla ismini yaşatmaya çalışıyor. Bu vakfa yönelik geçtiğimiz günlerde açılan kapatma davası nedeniyle aile bir kez daha şok yaşadı. Kapatma davası sürecini Baran Tursun’un babası Mehmet Tursun ile konuştuk
Bilmeyenler için Baran Tursun olayını tekrar anlatabilir misiniz?
Baran Tursun, 25 Kasım 2007 tarihinde, arkadaşlarıyla Karşıyaka’da yaptığı doğum günü kutlamasından otomobili ile evine dönerken, Bayraklı yol kenarında bekleyen polislerin yanından geçmektedir. Polisler yanlarından geçip uzaklaşan Baran’a otomobil farları ile selektör yaparlar. 450 metre mesafeden otomobil farları ile Baran Tursun’a yapılan selektör, mahkeme kayıtlarına “Baran Tursun’a dur ihtarı yapıldı” diye geçmektedir. Biz daha sonra Baran’ın arkadaşlarına sorduk neden selektörü görünce durmadınız diye bize “Biz selektör yakıldığını gördük ama çok uzakta yakılmıştı. Bize yakılıp yakılmadığını bilmiyorduk” dediler. Bu selektör yakan polisler yol güzergahında yer alan orada bulunan polislere biz araca dur ikazı verdik durmadılar siz durdurun diyorlar. Polisler aracı durdurmak yerine ‘sözde’ dur ihtarına uymadığı iddiasıyla, polis “Kolu yere paralel, düz ve doğrusal bir atışla” (Gerekçeli karar) Baran’a ateş etmiştir. Bu ateş sonucunda vurulan Baran’ın kontrolündeki araç, sağa sola çarparak durabiliyor. Polisler ateş etmeyi gizleyerek, olaya trafik kazası süsü verip, olay yerinde Trafik Kazası Raporu düzenlemişler. Bu ölümlü olayda savcıyı haberdar etmezler. Dolayısıyla savcı, yasa gereği olmasına rağmen bu ölümlü olayın mahalline gitmez, ilk tahkikatı yapmaz. Eğer hemen Baran’ı hastaneye götürselerdi belki kurtulabilirdi.
“ŞANS ESERİ KURŞUN FARKEDİLİYOR”
Bu polisler Baran’ı Ege Üniversitesi Hastanesi’ne götürüyorlar ve trafik kazası tutanağı tutuyorlar. Hastane ekibiyle tuttukları bu rapordan sonra giden polisler ardından Baran morga götürülürken kalbi çalışıyor. Doktorlarda Baran’ı tomografiye götürüyorlar orada kafasında kurşun olduğunu görüyorlar. Trafik kazası denilen Baran Tursun olayı, polis tarafından kafasına ateş etmek suretiyle öldürüldüğü tesadüfen ortaya çıkıyor. Bunun sonucunda emniyeti arıyorlar. Emniyet doktorlara “Getiren kişiyi tanıyor musunuz? Görseniz tanır mısınız” gibi sorular soruyor. Hastanenin başhekimi de devreye giriyor ve burada imzalanmış bir tutanak var bu işi temizleyin diyerek emniyeti uyarıyorlar. O sırada da Baran’ın katili ve arkadaşları evimize geldiler. “Oğlunuz kaza yaptı biz elimizden geleni yaptık. Arkadaşlarımız oğlunuzu hastaneye götürdü bizde buraya geldik” dedi. Benden bunun üzerine çocuğumun katilinin omzuna elimi dokundurarak“Kuşkusuz elinizden geleni yapmışsınızdır size teşekkür ederim” dedim. Dünyada kendi oğlunun katiline teşekkür etmek kötü bir şekilde bize nasip oldu. Baran Tursun olayını şöyle özetleyecek olursam; üç polis delilleri kararttı. On polis yalan tanıklık yaptı. İki polis trafik kazası raporu düzenledi. Dört polis sahte belge tanzim etti. Bu mahkeme kayıtlarından sonra yargıçlarda 2 yıl ceza vermekle yetindi.
Biz bu kararla yetinmedik ve olayı uluslararası platformlara taşıdık. AİHM gibi, Birleşmiş Milletler Raportörü Christof Heyns’de, Baran Tursun olayını münferit olay görmemekte, Türkiye yargıçları gibi düşünmemektedir. BM Raportörü Christof Heyns: “Baran Tursun otomobili ile trafikte seyir halinde iken, polisin açtığı ateşle vurularak öldürülmüştür” şeklinde raporunda geniş yer verir. Christof Heyns’in 21 sayfalık Türkiye raporu,18.03.2013 tarih ve 23. oturumda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na sunulmuştur. Biz Karşıyaka mezarlığından aile kabristanı aldık ve oğlumuza söz verdik ne zaman adalet sağlandı o zaman senin mezarını oraya taşıyacağız diye. O gün bugündür de adalet arayışımız devam ediyor. Oğlumuzun öldürülmesi bizi derinden sarstı öbür taraftan adaletin yerini bulmaması da bizi bir kez daha öldürdü.
“POLİS ŞİDDETİNE MARUZ KALAN AİLELERLE BİRLEŞTİK”
Vakıf kurma aşaması nasıl gelişti?
Biz bu olay sonucunda ne yapabiliriz dedik ve bu olay sadece bizim başımıza mı geldi diye araştırdık. Bunun sonucunda çok sayıda ailenin çocuklarının polis kurşununa kurban gittiğini öğrendik. Bu ailelerin politik yönü fazla olmadığından dolayı, basında ve sivil toplum kuruluşlarında pek yer almamış. Bizde bunlara birilerinin yardım etmesi gerektiğini düşündük. Bunun sonuncunda 2010 yılında bu vakfı kurduk.
Kapatılma ile ilgili davanın başlangıcı ve şimdiki gelinen nokta nedir?
Antalya’da Çağdaş diye bir çocuk caddenin ortasında, motosikletinin üstündeyken polis tarafından vuruluyor. Biz bu ailenin yanına ziyarete gittik. Bizden önce milletvekilleri, sivil toplum örgütleri gitmiş ama bu basına yansımamış. Biz gittikten sonra ertesi gün Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde“Aileler Birleşiyor” diye çıktı. Bu bize çok büyük bir moral oldu. Bunun sonucunda sivil toplum kuruluşlarının yapamayacağını ailelerin yapacaklarını anladık. Bizde bunun sonucunda oğlumuzun adına bir vakıf kurduk. Vakıf kurarken de bütün malvarlığımızı bu vakfa aktardık. Biz bağış kabul etmeyen bir vakıfız. Biz bağış alırsak maliyenin bizim üstümüze geleceğini vakfı kapatabileceklerini düşündük. Bizim korktuğumuz daha doğrusu beklediğimiz başımıza geldi ve 2 yıl sonra vergi müfettişleri tüm evraklarımızı incelemeye aldılar. Onlara hiçbir şey bulamayacaklarını söyledim. Onlarda biz gelir gidere bakarız dediler. Baksalar da bir şeyin değişmeyeceğini çünkü vakfa bütün bağışların Mehmet Tursun tarafından yapıldığını söyledim. Mehmet Tursun’un kendi parasından çalamayacağına göre bir şey bulamadılar.
“İÇ GÜVENLİK YASASI’NI ENGELLEMEK İSTEDİK”
Devlet bizi aile tarafından kurulmuş bir vakıf olarak kabul ediyordu ve biz belli devlet kurumlarına gittiğimizde çok iyi bir şekilde karşılıyorlardı. Ne zaman Baran Tursun Vakfı, Türkiye’de bir simge haline geldi işte o zaman sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Bu vakıf polis şiddetine maruz kalan bireylerin umudu haline geldi. Türkiye’nin çeşitli illerinden polis şiddetine maruz kalmış bireyler vakfımızı aramaya başladılar. Bunun üzerine “Biz şimdiye kadar bu vakfı normal bir aile vakfı olarak görüyorduk ama bunlar siyasetçilerin, sivil toplum kuruluşlarının yapamadıklarını yapıyorlar” dediler sonra gittiler suç duyurusunda bulundular. Gerekçeleri ise Baran Tursun Vakfı’nın emniyeti itibarsızlaştırdığı, küçük düşürdüğüne yönelik soyut kavramlar. Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı bunları inceledi ve bir suç unsuru yok dedi. Emniyet bunun sonucunda da peşimizi bırakmadı ve vakıflar genel müdürlüğüne vakfın kapatılması için talepte bulundular. Bir hafta önce müfettişler görevlendirildi. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği yazının tarihi 18 Şubat 2015. Bu tarih manidardır. Bundan bir gün önce 17 Şubat’ta Baran Tursun Vakfı olarak, Türkiye’de polis şiddetine maruz kalmış 187 aile ile birlikte TBMM’ne gittik. Burada “İç Güvenlik Yasası’na” engel olmak için hem iktidar hem de muhalefet milletvekilleriyle görüştük. Bu yasa tasarısın mağdurlarının biz olduğunu söyledik. Amacımız bu yasayı çıkartmamaktı. Biz orada milletvekillerine elinizi kaldırmadan önce götürdüğümüz çocuklarımızın raporlarını bir inceleyin dedik. Orada iyi bir etkileşimde bulunduk. Kapatılma dosyasının hazırlanmasının nedenlerinden de birisi budur.
Vakfı kapatarak bütün mal varlığımıza el koymak ve 3 kuruşa muhtaç bırakmak istiyorlar. El koyarlarsa Mehmet Tursun birilerini toplayarak Ankara’ya gelemez diye düşünüyorlar. Vakıf kapatılırsa 40 öğrenciye burs veriyoruz, burs veremez duruma düşeceğiz. Bu kapatma davası açıldıktan sonra Türkiye’nin büyük barolarından aradılar ve o dava sadece sizin davanız değil bizim davamızdır dediler ve bu dava için her şeyi yapacaklarını söylediler. Biz vakıf olarak polise bilye mi attık, kamu malına zarar mı verdik? Bir eylemde mi bulunduk? Birisini tehdit mi ettik? Cevap hayır o zaman neden kapatıyorsunuz dendiğinde verilecek bir cevapları yok. Bu bir sindirme korkutma davasıdır. Bir ay içerisinde tebligat yapılacak. Müfettişler gönderildi, incelemeler yapılıyor.
“SENDİKALAR KENDİLERİ İÇİN ÇALIŞIYOR”
Polis şiddeti nasıl durdurulur peki?
Polis şiddeti muhalefet partilerinin, sivil toplum kuruluşlarının örgütlü güçleriyle durdurulabilir. Muhalefet partilerinin yapabilecekleri fazla bir şey yok. Bunu yapabilecek olan kuruluşlar sivil toplum örgütleridir ama ülkemizdeki bu örgütler çok cılız ve etkisiz bir halde. Amerika’da bir yoksul polis tarafından öldürüldükten sonra eyalet valisi askerlerden yardım istiyor. Orada toplumsal bir refleks ortaya çıkıyor. Bu ne için çıkıyor sokakta yaşayan bir vatandaş için. Buraya bir nokta koyarak Yunanistan’a geçiyorum. Yunanistan’da ülkenin en zengin ailelerinden birisinin çocuğu polis tarafından öldürülüyor. Bunun üzerine Yunanistan işçi sendikaları genel grev yapıyor. İçişleri bakanı istifasını veriyor. Havayolları çalışanları greve katılıyor uçaklar çalışamaz oluyor. Atina polis sendikası da bir bildiri yayınlayarak polisin görevinin insan öldürmek değil insan yaşatmak olduğunu bildiriyor. Nitekim bu olay sonucunda da polis en ağır şekilde cezalandırılıyor. Burada her ikisinde de yaşama hakkı ihlal edilmiştir. Bu yoksulda olabilir zenginde olabilir. Türkiye’de zengin bir ailenin çocuğu öldürülsün ve işçi sendikaları genel greve gitsin bu mümkün olabilir mi sizce. Onlar sadece kendi üyeleri zarar gördüğünde ayağa kakarak yaşam hakkını savunduklarını mı sanıyorlar. Kendi militanlarınız dışında bir şey yapmaz mısınız? Ankara’ya, İstanbul’a çadırlar kuruyorsunuz. Hep kendi maaşınız için. Siz bir kez de toplum yararına bir şey yapmaz mısınız? Ben sendika liderlerine de bunları söyledim. Ciddi eleştirilerim oldu ve karşımızda konuşamaz bir hale geliyorlar. Biz bunları toplum vicdanına havale ediyoruz.
Haberin orijinal LİNKİ